Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir skandalın kahramanı ya da muhbiri olacaksınız. Sansasyonel bir eylem ya da açıklama yapacaksınız.Bir fikri ya da inancı rakipsiz gerçek gibi gösterip körlemesine savunacaksınız.Farklı fikir ve inançta olan herkesi cahil ya da hain ilan edeceksiniz.Bir siyasi partinin ya da futbol takımının fanatik taraftarı olacaksınız.Vatan, millet sevgisini sömüreceksiniz.Halkın gönüllü savunucusu rolünü oynayacaksınız.Her konuda komplo teorileri üretme yeteneğiniz olacak.Aşırı duygusallıklar sergileyip insanları ağlatacaksınız.Birilerine sataşıp ya da kavga çıkartıp tartışma ortamı yaratacaksınız. Bu yöntemleri kullanmadan, yetenek ve hünerleriyle ilgi çekebilen ve popüler olabilen gerçek değerler de var kuşkusuz. Onların dışında kalanlar için geçerli bu yöntemler. Türkiye'de yaygın ilgi görmek ve kısa yoldan popüler olmak istiyorsanız deneyebileceğiniz belli yöntemler var. İlk aklıma gelenleri sıralayayım: Böyle bir ülkede, bir siyasi partiyi (ya da futbol takımını) açıkça tutar ve desteklerseniz; ya da tam tersine yerin dibine batırırsanız mutlaka birilerinden alkış alırsınız. Dengeli ve kendinize göre objektif bir değerlendirme yaparsanız, bunun değerini takdir eden de çıkar ama çoğunluk öfkesini dile getirir. Söz konusu siyasi partinin olumlu bulduğunuz icraatından söz ederseniz o partinin karşıtları, ne söylediğinize bakmadan, sizi hemen yağcılıkla, satılmışlıkla, en azından körlükle suçlar; partinin yandaşları ise en ufak bir eleştiriye bile tepki gösterir.Her neyse, biz gene de deneyelim şansımızı ve AKP'nin iktidardaki ilk üç yılını kendimize göre değerlendirmeye çalışalım. AKP'nin iktidardaki ilk üç yılında, özellikle dikkati çeken gelişmeler şunlardı bence: Avrupa Birliği'ni (AB) "Batı kulübü" diye aşağılayan bir siyasi ekolden yetişen Recep Tayyip Erdoğan'ın, 3 Kasım 2002 gecesi, AKP'nin seçim zaferinin belli olduğu saatlerde yaptığı ilk açıklamada, AB ile bütünleşmenin öncelikli hedefi olduğunu vurgulaması.Bu açıklamanın lafta kalmaması ve üç yıl boyunca bu hedefe yönelen AKP'nin çabaları sonunda, 46 yıldır AB üyeliği peşinde koşan Türkiye'nin AB'ye katılım müzakeresi yapan ülke konumuna gelmesi.Maceracı ABD yönetiminin tüm baskılarına karşın, Türkiye'nin Irak Savaşı'nın dışında kalabilmesi, böylece hem Avrupa'nın hem de bölge ülkelerinin gözünde itibar kaybetmekten kurtulması. Ayrıca ABD ile iyi ilişkilerin de korunabilmesi.Türkiye'nin 30 küsur yıldır kurtulamadığı kronik yüksek enflasyonun nihayet yenilmesi ve istikrarlı büyümenin vazgeçilmez koşulu olan mali disiplinin sağlanması yolunda önemli adımlar atılması.Bu gelişmelerin, içeride ve dışarıda güveni artırması ve büyük miktardaki kaynak girişinin ekonomik büyümeyi desteklemesi. AKP'nin üç yılı Bu sonuçların ortaya çıkmasında şans faktörünün, dünyadaki likidite bolluğunun, Türkiye'deki muhalefet boşluğunun da etkisi vardı her halde ama ortaya çıkan sonuca bakıp AKP'nin başarısını teslim etmek gerekiyor. "İktidarda hangi parti olsaydı gene bu sonuçlar elde edilirdi" demek de mümkün değil bence.Ancak AKP bu başarıyı içine sindirebilmiş değil. AKP'nin kendi tabanında farklı bekleyişler var ve bu bekleyişleri karşılamak için atılan adımlar, içerde ve dışarıda AKP'ye "İslamcı parti" damgasını vurmaya hazır olanlara iyi malzeme sağlıyor. Ayrıca Başbakan Erdoğan'ın tavırları da kendinden ve başarısından emin bir liderin özgüvenini değil, ciddi tehditler karşısındaki bir liderin kırılganlığını yansıtıyor.Bana öyle geliyor ki AKP ve lideri asıl büyük sınavı, AB ile zorlu bir sürecin yaşanacağı, ekonomik konjonktürün değişebileceği ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile erken seçim tartışmalarının gündeme geleceği önümüzdeki dönemde verecek. oulagay@milliyet.com.tr AKP olmasaydı