Tam 100 yıl önce, Amiral Dewey komutasındaki Amerikan donanması Filipinlerin başkenti olan Manila'da limana demirlediğinde "Amerikan yüzyılı" fiilen başlamış oluyordu. İspanyollarla yapılan on haftalık savaş sonrasında Filipinlerle birlikte Küba, Puerto Rico ve Guam adaları da Amerikan hakimiyetine geçerken ABD'nin bir "dünya gücü" olduğunu artık herkes kabul etmek zorunda kalıyordu. Gerçi daha 1880'lerde ABD, İngiltere'yi de geçerek "dünyanın en büyük sanayi gücü" ünvanını ele geçirmişti ama ABD'nin dünya siyaset sahnesininin başrol oyuncularından biri olduğunu kanıtlaması 1898'de İspanyollarla yapılan savaşı kazanması sonrasında kesinleşmişti.
O günden bu yana yaşanan 100 yılı "Amerikan yüzyılı" olarak niteleyenleri haklı gösterecek bir hayli malzeme var.
* ABD bu yüz yıl boyunca dünyanın bir numaralı ekonomik gücü ünvanını tartışmasız olarak elinde tutmuş. Harvard International Review'nun "Amerikan yüzyılı"nın tartışılmasına geniş yer ayırdığı Kış 1998 sayısındaki Donald White imzalı yazıda yer alan verilere göre ABD 1. Dünya Savaşı sonrasında dünya üretiminin % 35'ini, 2. Dünya Savaşı sonrasında ise yaklaşık % 50'sini tek başına denetleyecek bir ekonomik güce erişmişti. 1950'lere girilirken dünyadaki tüm otomobillerin % 70'i, tüm uçakların % 83'ü, tüm telefonların % 50'si ABD'de bulunmakta idi.
* ABD'nin siyasi ve askeri gücüyle yarattığı imaj da 1975'deki Vietnam hezimetine kadar sürekli yükseliş eğiliminde olmuş. Dünyanın iki süpergücüden biri haline gelen ABD'nin sonunda Soğuk Savaş'ın galibi olarak tek süpergüç konumuna kavuşması şu anda ABD'nin pek çok konuda son sözü söylemesine olanak veriyor. ABD'nin bu konumda rakipsiz görünmesinin ciddi bir dengesizlik yarattığını düşünenler var.
Şimdi "Amerikan yüzyılının sonu geldi mi?", sorusu tartışılıyor. ABD hala dünya ekonomisinin tartışmasız bir numaralı gücü ama dünya ekonomisindeki ağırlığı eskiye oranla büyük ölçüde azalmış durumda. ABD ekonomisinin dünya üretimindeki payı artık % 20 sınırında. 1970'lerden bu yana hatırı sayılır dış ticaret açıkları veren ABD şimdi dünyanın en büyük dış borca sahip ülkesi. Ünlü ekonomist Lester Thurow, Avrupa Birliği'nin tek paraya geçişi başarıyla tamamlayıp Euro'nun dolara alternatif bir rezerv para haline gelmesi halinde ABD'nin dış açıklarını finanse etmede eskisi kadar rahat olmayacağını ileri sürüyor. Bu arada çok hızlı bir kalkınma atılımı içinde olan Çin'in 25 - 30 yıl içinde ABD'ne rakip olabilecek bir ekonomik büyüklüğe erişeceği tahminini yapanlar da var. Her halde küreselleşen bir dünyada ekonomik üstünlüğü korumak eskisi kadar kolay olmayacak.
Siyasi ve askeri açılardan ABD şu an için rakipsiz görünüyor ama rakipsiz kalmanın sonuçta sorun yaratabileceği ve ABD'ni zorlayabileceği belirtiliyor. ABD'nin sinemasıyla, televizyonlarıyla ve adeta kültür taşıyıcısı haline gelen Mc Donalds ve Coca Cola gibi popüler markalarıyla kurduğu üstünlüğün de yer yer tepki gördüğü biliniyor. ABD'nin bu alanlardaki üstünlüğünün çokkültürlülüğün yaygınlaştığı bir dünyada nasıl etkileneceği de tartışma konusu.
Baltimore'daki otelin kapı görevlisi bana nereli olduğumu sorunca ben de ona soruyorum. İranlı imiş, Humeyni rejimi altında yaşamayacağını anlayınca kapağı Amerika'ya atmış ve oraya yerleşmiş.
Gene Baltimore'da Hindistan yemekleri yapan orta halli bir lokantadaki genç garsonla benzer bir konuşma geçiyor aramızda. ABD'ne birkaç ay önce Arnavutluktan gelmiş. Ekonomi öğrencisi iken ABD'ne yerleşmek isteyenler için düzenlenen çekilişe katılmış ve kazanmış. Yeni yaşamını Baltimore'da kurmaya kararlı ve hevesli.
Baltimore'da bindiğimiz taksinin şoförü kırmızı ışıkta yanınca yandaki taksinin şoförüyle konuşmaya başladı. Rusça konuşuyorlardı ve onlar da geleceklerini Amerika'da kurmaya karar vermişlerdi.
Klasik müzik ve caz meraklılarınının Baltimore'daki uğrağı olan plak galerisinin sahiplerinden olan genç Hong Kong kökenli. Amerikan toplumundaki eşitsizliklerden yakınıyor ama o da hayatını bu ülkede kurmaya karar vermiş olanlardan.
New York'ta bir gözlük reçetesi yaptırmak için girdiğimiz mağazanın sahipleri sekiz yıl önce Azerbaycan'dan gelip buraya yerleşmiş.
Bunlar bizim kısa bir süre içinde karşılaştığımız örnekler. Kuşkusuz daha binlercesi var bunların. ABD çeşitli ülkelerin, kültürlerin insanları için bir çekim alanı her halde.
Bu arada özellikle İspanyol kökenlilerin hızlı artışıyla gelecek yüzyılın ortalarında Amerika'nın beyazlarının azınlığa düşmelerinin söz konusu olabileceği anlaşılıyor.
Tüm bu gelişmelere sıcak bakmayan birçok Amerikalı var sanırım ama ABD'nin gücü biraz da çeşitli kökenlerden ve kültürlerden gelen bu insanları bir arada yaşatan ortamdan kaynaklanıyor galiba.