Osman Ulagay
Prof. Neftçi Merkez Bankası'nı yanlış yapmakla suçlamaya devam ediyor
1 haziran günü bu köşede yer alan kendi halinde ve iddiasız bir yazıya Prof. Salih Neftçi'nin gösterdiği tepki ilginç bir tartışmayı gündeme getirdi. Çeşitli gazetelerde köşesi bulunan ekonomi yazarları konuya girerek görüşlerini belirttiler. Bu sayede günümüz Türkiyesinde askersiz ve Refahsız tartışılabilecek konuların da bulunduğu görüldü. Benim Prof. Neftçi'nin tepkisine neden olan ilk yazımda vurgulamak istediğim noktaya ise değinen pek olmadı. Bu nedenle ben cari işlemler açığı tartışmasında bugün gelinen noktayı kendime göre değerlendirdikten sonra asıl vurgulamak istediğim noktaya geri
döneceğim.
Evet, tartışmanın konusu Türkiye'nin 1996 yılı cari işlemler açığı. 1996 içinde yazmış olduğu bazı yazılarda cari işlemler açığının 10 milyar doları aşabileceğini belirtmiş olan Prof. Neftçi şimdi 1996 yılı cari işlemler açığının 10.3 milyar dolar olarak gerçekleştiğini iddia ediyor ve herhalde "benim tahminim doğru çıktı" diyebilmek için bu iddiasında ısrar ediyor. Prof. Neftçi ayrıca Merkez Bankası dahil hiç kimsenin 10.3 milyar dolarlık tahmine itiraz etmediğini yazıp duruyor Hürriyet'teki köşesinde.
Bilmiyorum belki Prof. Neftçi'nin okuma ve algılama yöntemleriyle benimkiler arasında bir fark var ama benim algılayabildiğim kadarıyla durum onun söylediğinin tam tersi. Benim izlediğim ekonomi yazarları arasında Prof. Neftçi'nin 10.3 milyar dolarlık rakamına itibar eden bir kişi bile yok. Güngör Uras Dünya ve Yeni Yüzyıl'da, Prof. Asaf Savaş Akat Sabah'ta, Deniz Gökçe Yeni Yüzyıl'da, Prof. Taner Berksoy ve Öztin Akgüç Cumhuriyet'te, 1996 yılı cari işlemler açığının 5 milyar dolar dolayında olduğunu kabul eden yazılar
yazdılar.
Bavul ticaretini kaale almayan 1996 yılı cari işlemler açığını 4.3 milyar dolar olarak açıklamış olan Merkez Bankası ise Prof. Neftçi'nin "makyaj var" iddialarına karşı yaptığı açıklamada rakam vermemekle birlikte kendi tablosunu savundu ve makyaj iddiasını reddetti. Konuya ilişkin olarak görüşüne başvurduğum Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel de, 10 milyar dolar mertebesinde bir açığın söz konusu bile edilemeyeceğini, döviz rezervlerindeki gelişmenin de bunun başka bir kanıtı olduğunu söyledi ve kendi tablosunu savundu.
Bütün bunlara karşın israrını sürdüren Prof. Neftçi dünkü yazısında şunları yazdı:
"Bavul ticareti hariç, cari açığın 10,292 milyon dolar olduğu konusuna, Merkez Bankası da dahil, bir itiraz gelmedi. Gelemezdi de.
Merkez Bankası rakamlarına göre cari işlemler bavul ticareti hesaba katıldıktan sonra, 1,450 milyon dolar açık veriyor. Bavul ticaretinden sağlanan 8,842 milyon dolarlık geliri buradan düşün, bavul hariç açık artıyor. 10,292 milyon dolara çıkıyor.
Oysa Merkez Bankası'nın son yayınlarında bavul hariç cari açığın yanlışlıkla 4,393 milyon dolar olduğu yazılı. Merkez Bankası'nın bu yanlışı düzeltmesi "makyaj" tartışmalarının sona ermesine yardımcı olacaktır.
(Herkes yanlış yapabilir. Doğru davranış, yanlışı kabullenip, yola devam etmektir. Elbette benzeri yanlışları bir daha yapmamaya da özen gösterilmelidir. Yanlışta ısrar zararlıdır.)"
Görüldüğü gibi Prof. Neftçi. kendinden çok emin, Merkez Bankası'nın "makyaj tartışmasına yol açan bir yanlış yaptığını" ve 1996 cari işlemler açığının 10.3 milyar dolar olduğunu iddia etmeye devam ediyor. Geçen günkü yazımda da belirttiğim gibi, bu iddiayı Prof. Neftçi'nin bile anlayacağı bir dille çürütmek ve "1996 yılı cari işlemler açığı 10.3 milyar dolar değil 4.3 milyar dolardır", demek görevi Merkez Bankası'na düşüyor. Prof. Neftçi'yi kim ne kadar ciddiye alıyor, bilemiyorum ama ortada bir iddia var. Merkez Bankası bu iddiayı çürütemezse bu kez Prof. Neftçi'den rica edeceğim, açığın neden 10.3 milyar dolar olması gerektiğini benim bile anlayacağım bir şekilde açıklasın da herkes anlasın.
Tartışma 1996 yılı cari işlemler açığının "bavullu" ve "bavulsuz" rakamı üzerinde yoğunlaştı ama benim Prof. Neftçi'nin tepkisine neden olan 1 haziran tarihli yazımın vurgusu biraz farklı bir noktadaydı. Bana ilginç gelen nokta, (1) AB ile gümrük birliğinin başladığı, (2) Kurların ihracattan çok ithalatı özendirdiği, (3) GSMH'nın yüzde 8'e yakın bir hızda büyüdüğü ve iç talebin güçlü olduğu, (4) Siyasi istikrarsızlığın etkilediği bir yılda Türkiye'nin bir döviz darboğazı yaşamamış olmasıydı. Kafama takılan sonu ise şuydu: acaba Türkiye finanse etmekte zorlanacağı(döviz şoku yaratacak) büyüklükte cari açıklar vermeden hızlı büyüme potansiyeline mi kavuşmuştu?
Görünen o ki 1996 yılında benim de bir noktaya kadar katıldığım karamsar öngörüler gerçekleşmemiş, ekonomi hızlı büyürken yükselen dış açığımız bir döviz şoku yaratacak boyutlara varmamıştır. Bunun nasıl gerçekleştiği ve kalıcı bir olgu olup olamayacağı bence asıl tartışmaya değer olan konudur.
Geçen haftanın dört gününü Londra'da geçirdim. Türkiye'deki politika kaosunun etki alanı dışında kalmak, Ordu - Refah manşetlerinin belirlediği gündemi izlemek zorunda olmamak, birkaç gün için de olsa, insana sağlıklı yaşama ve düşünme olanağı sağlayabiliyor.
Tony Blair'in İşçi Partisi'nin umutları yeşerttiği bir İngiltere'de Türkiye'yi düşünürken insan ister istemez nereden nereye diye sormadan edemiyor. Son 25 yıl içinde defalarca gittim İngiltere'ye, Bayan Thatcher'ın en parlak dönemi dahil, böylesine iyimser bir havaya rastlamadım. Yapılan bir kamuoyu yoklaması çiçeği burnunda başbakan Blair'i destekleyenlerin oranının % 82'yi bulduğunu ortaya koydu. Thatcher'ın 1979'daki ilk seçim zaferi sonrasındaki desteğinin % 41'de kaldığı hatırlanınca Blair'in nasıl benzeri görülmemiş bir iyimserlik havası yarattığı çok daha kolay anlaşılabiliyor.
Geçen hafta İngiltere futbolda Fransa'yı ve İngilizlerin geleneksel oyunu olan krikette Avustralya'yı yenince çok satan gazetelerden biri "Win"(galip gelmek) sözcüğüyle "England"(İngiltere) sözcüklerini bir araya getirerek "Win - Gland" diye manşet attı. Blair yönetiminin bir yandan ekonomide aklın yolunu seçerken diğer yandan trafik, çevre, eğitim ve "temiz politika" gibi konularda attığı adımlar çok geniş bir yelpazede umutların yeşermesini sağlıyor.
Bana öyle geliyor ki İngiltere'nin bugün bu noktaya gelebilmesi, Blair'in ve İşçi Partisi'nin Thatcher'ın ekonomiye kazandırdıklarını reddetmeden onu aşabilmesi sayesinde oldu. Türkiye'deki sol ise bunu yapamadı, 1980'lerden itibaren oluşan "yeni Türkiye"yi doğru analiz edemediği için bu Türkiye'yi yönetecek konuma da gelemedi. Türkiye sol ile "kazanacaksa" önce solun bu eksiğini gidermesi gerek galiba.
Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr