Kim kaybeder?
Türkiye'yi yönetme iddiasında olanlar 1997'de başlayan Asya krizini doğru okuyamadıkları için gerekli önlemleri almadılar ve Türkiye ekonomisi 1998 yılının ikinci yarısından itibaren, etkilerini hala hissettiğimiz, derin bir krize sürüklendi. Krizin boyutları 1999 yılında yaşanan % 5 dolayındaki GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) düşüşüyle ve Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşlarının bile "duvara dayandığını" gösteren İSO verileriyle somutlaştı. Ekonomi küçülürken kamu borçlanmasında da bir kısır döngünün eşiğine gelinmiş, dış borçlanma olanakları da sınırlanmıştı.
Hükümetin halen uygulamakta olduğu enflasyonla mücadele programı işte bu noktada, yani Türkiye'nin daha da büyük boyutlu bir krize sürüklenme olasılığının iyice arttığı bir noktada, son çare olarak devreye girdi. DSP ve MHP gibi IMF'nin adını bile pek sempatik bulmayan iki partinin ilk iş olarak IMF ile anlaşma yoluna gitmesinin nedeni de buydu.
IMF ile mutabık kalınarak uygulamaya konan program öncelikle mali piyasalardaki beklentileri değiştirdi ve Hazine'nin borçlanma maliyetlerinde çarpıcı düşüşler yaşandı. Hazine'nin iç borçlanma ihalelerinde gerçekleşen ortalama faiz 1999 yılının ilk sekiz ayında % 111.4 iken bu yılın aynı döneminde ortalama borçlanma faizi % 38.4'e düştü ve bu dönemde 21.4 katrilyon borçlanan Hazine bu borçlanma için ödeyeceği faizden 15 katrilyon TL tasarruf sağlamış oldu. Dış borçlanmada da büyük bir rahatlama sağlandı ve Hazine yıllık borçlanma hedeflerine şimdiden çok yaklaştı. Özel bankalar da sendikasyon kredilerini artırarak yenileme olanağına kavuştular.
Ancak beklentilerdeki değişmenin olumlu yansımaları faizleri hızla düşürürken Türkiye'nin uluslararası "reyting" notunun henüz gerekli düzeye yükselmemiş olması Türkiye'ye dış kaynak girişini sınırlıyor. Türkiye'nin "reyting"ini yükselterek daha fazla dış kaynak ve özellikle yatırım sermayesi çekmek için yapması gereken şey ise enflasyonla mücadelede hedefe doğru kararlı adımlarla yürümekte olduğunu göstermek. Bunun için de bütçe disiplininin ödün verilmeden sürdürülmesi ve programın öngördüğü yapısal düzenlemelerin kısa sürede gerçekleştirilmesi şart.
Bunun tersi yapılır ve siyasi kaygılarla programdan sapılırsa şimdi izlemekte olduğumuz "krizden çıkış" senaryosu bir anda yeniden "krize dönüş" senaryosuna dönüşür ve Türkiye toparlanma şansını kaybeder. Bu durumda "artık yeter" diyen işadamı belki kendisi için Türkiye dışında seçenekler aramaya yönelir ama "öteki Türkiye" bunu da yapamaz, krizin yükünü taşımak zorunda kalır.
Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr