Şu günlerde İstanbul 1.Bölge’de listenin 13. sırasına konmasına aldırmadan CHP’nin başarısı için çaba harcayan Zeynep Göğüş’ün Oğluma Avrupa Mektupları adını verdiği kitap bizim kuşağın Avrupa serüvenini, daha doğrusu kırk yıllık Avrupalılık hülyasını hatırlattı bana. Avrupa Topluluğu’nun Türkiye’ye bir kez daha burun kıvırdığı bir noktada Sevgili Zeynep’in yazdıklarını okuyunca "nereden nereye" diye düşünmeden edemedim. 39 yıl önce, 13 Eylül 1963’te, o zamanki adıyla AET ile Türkiye arasında imzalanan Ankara Anlaşması’nı gazetelerimizin "Ortak Pazar’a girdik" diye duyurduğunu hatırlatmış Zeynep. Şimdi, Türkiye’ye burun kıvıran Avrupa Birliği (AB)’nin tam üyeliğe buyur ettiği ülkelere bakın. Soğuk Savaş’ın en kızıştığı 39 yıl öncesinde AET’ye girmeleri, Batı dünyası içinde yer almaları şöyle dursun demokrasiye ve piyasa ekonomisine yaklaşmaları bile söz konusu edilemeyecek olan ülkeler bugün AB üyesi olma yolunda, Türkiye ise neredeyse kırk yıl sonra hala kapıda nöbetçi.
Türkiye’nin işi ciddiye alarak AB’ye tam üyelik başvurusu yapmasından bu yana AB’nin bize karşı tutumunun da birçok noktada samimiyetsiz ve caydırıcı olduğunu kabul etmek lazım ama bizim şu kırk yıldaki marifetlerimiz (!) de yabana atılacak cinsten değil. Şimdi gelinen noktada da seçim, vatan, millet derken treni bir kez daha kaçıracağız diye korkuyorum. "Türkiye günün birinde Avrupa camiasının içinde yer alacak, fakat o Avrupa bugünküne pek benzemeyecek" diyen Zeynep Göğüş haklı çıkar inşallah.
Seçimler şu anda beklendiği gibi sonuçlanır ve AKP’ye tek başına iktidar yolu açılırsa ülkemizde yeni tür bir "sınıf mücadelesi"nin de yolu açılmış olacak. AKP’nin Türkiye’deki kurulu düzeni değiştirmek ve statükoyu kırmak amacıyla iktidara talip olduğu bir sır değil. AKP’nin bugün sağlamış göründüğü yaygın desteğin önemli bir nedeni de bu zaten. Bugünkü düzenden memnun olmayan; bu düzende kendini haksızlığa uğramış, dışlanmış, horlanmış hisseden ve daha fazla söz sahibi olacağı bir yeni düzen arayışında olanların özlemlerine cevap veriyor AKP.
AKP’nin vaat ettiği düzen değişikliğine umut bağlayanlar arasında Türkiye çapına yayılmış yeni girişimci kesimin önemli bir yer tuttuğu izlenimi de hayli yaygın. Bu kesim faizlerin yüksekliği ve iç talebin yetmezliği gibi ekonomideki genel olumsuzlukların yanı sıra, kredi pastasından çok düşük bir pay almaktan, devlet ihalelerinden yararlanamamaktan, pek çok alanda büyük sermayenin gölgesinde kalmaktan da şikayetçi. Ekonomik düzende hiyerarşinin kendi lehlerine değişmesini, çarkların kendi lehine dönmesini istiyor bu kesim. Ayrıca sermayesinin "rengi" nedeniyle önünün kapanmasından da şikayetçi olan bu kesim "sınıf mücadelesi"ne hazır görünüyor.
AKP zafer kazanırsa
Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarına da yansıyan bu şikayetlerin karşılanması, bu taleplerin yerine getirilmesi ise bir anlamda ciddi bir "sınıf mücadelesi"ni gerektiriyor. Mevcut düzende avantajlı durumda olan kesimin ya da sınıfın da statükoyu ve kendi mevzilerini korumak için mücadele vereceğini düşünürsek olası bir AKP iktidarında neler yaşayabileceğimizi daha iyi kestirebiliriz. Yeni iktidarın ekonomiye ilişkin alacağı her kararda bu mücadelenin gölgesini hissedeceğiz ve zorluklarını yaşayacağız.
Bunları düşündüğümde AKP sözcülerinin şimdi sergilemeye çalıştıkları uzlaşmacı yaklaşım ve "sisteme bağlılık" mesajları pek de inandırıcı gelmiyor bana. Bu mesajların ardında "biz bir iktidarı ele geçirelim, siz o zaman görürsünüz" havasını sezer gibiyim. Kendini haksızlığa uğramış, dışlanmış, horlanmış hissedenlerin, halktan destek alarak bunu tersine çevirecek bir konuma geldiklerinde bu yeni durumu hazmetmeleri kolay olmuyor genelde ve hemen iktidar buyurganlığına sıçrayıveriyorlar. Erbakan’ın iktidarda olduğu dönemde bunun örneklerini çok görmüştük.
Türkiye’nin bu hesaplaşmayı bir noktada göze alması gerekliydi herhalde. Kendilerini haksızlığa uğramış, dışlanmış, ezilmiş hisseden ve düzenin nimetlerinden yararlanamadığını düşünenlerin çoğunlukta olduğu bir ülkede bunun demokratik kurallar içinde bir düzen değişikliğini gündeme getirmesi de doğal sayılabilir. Ancak Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşullar, bu düzen değişikliği sürecinin çok sancılı yaşanabileceğini düşündürüyor. Öncelikle, mevcut düzenin bir parçası olan mali piyasaların, düzen değişikliği sürecinde gündeme gelecek olan "sınıf mücadelesi"nin yol açacağı çalkantılarla sarsılması ve borcunu çevirme sorunuyla karşı karşıya bulunan Türkiye’yi yeni çıkmazlara sürüklemesi beklenebilir. Bu sürecin uluslararası piyasalardaki algılanış biçimi de yeni iktidar için ve Türkiye için ciddi sorunlar yaratabilir.
Karl Marx öleli çok oldu, Marx’ın "sınıfsız toplum" rüyası da henüz gerçekleşmedi ama geliştirdiği analiz çerçevesinin kimi kavramları hala işe yarıyor. "Sınıf mücadelesi" kavramı da bunlardan biri. Kavram Marx’tan geldiği için "sınıf mücadelesi" denince öncelikle mülksüzleşmiş işçi sınıfının, yani proletaryanın kapitalistlere, yani sermaye sınıfına karşı mücadelesi akla geldi. Bu mücadele kapitalizmin gelişim sürecinde giderek yumuşayınca da sınıf mücadelesinden fazla söz edilmez oldu. Bu eğilim Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında daha da yaygınlaştı.
Türkiye’de de benzer bir süreç yaşandı. Yıllar yılı "sınıf mücadelesi" denince hep soldan gelecek bir tehdit akla geldi, "komünizmin bir gece ansızın gelebileceği" söylendi. İşçinin, topraksız köylünün, "ayak takımı"nın ayaklanmasından korkuldu. Sınıf mücadelesinden söz eden herkesi "tehlike" sayan iktidarlar emekçi kesimin sınıf mücadelesine katılmasını önlemek için her çareye başvurdu, hatta din silahını bile kullandı, sınıf mücadelesi yapanlara "din elden gidiyor" diye organize saldırılar düzenlendi. Ancak komünist rejimlerin dünyadaki çöküşü sonrasında ülkemizdeki komünizm korkusu da azalmaya başladı ve sınıf mücadelesinden fazla söz edilmez oldu. Şimdi gelinen noktada ise proletaryanın değil yeni girişimci sınıfın başını çekeceği bir "sınıf mücadelesi" gündeme gelecek gibi görünüyor Türkiye’de.
Brezilya’da kısaca "Lula" diye anılan eski sendika lideri Liuz İgnacio Lula da Silva, dördüncü denemesinde başkanlık hedefine çok yaklaşmış durumda. Başkanlık seçiminin ilk turunda oyların yüzde 46’sını alan Lula’nın ikinci turda başkan seçilmesi bekleniyor.
Sendikacı geçmişiyle "solcu" olarak bilinen Lula’nın önceki denemelerinde seçimi kazanamayaşının en önemli nedeni, soldan korkan orta sınıfların ve özellikle de iş dünyasının onu reddetmesiydi. Şimdi ise iş dünyasının hatırı sayılır bir kesiminin, özellikle de daha ulusal bir ekonomi politikası özlemini taşıyan küçük ve orta boy işletme sahiplerinin Lula’ya ciddi destek verdiği ve başarısında etkili olduğu görülüyor. Brezilya’nın son yıllarda IMF destekli politikaları en iyi uygulayan ülkelerden biri olmasına karşın geniş kesimi tatmin edecek sonuçlar alamaması ülke içindeki tepkileri artırdı ve Lula’yı iktidarın eşiğine getirdi. IMF destekli programları başarıya ulaştırmakta Brezilya’nın hayli gerisinde olan Türkiye’de, Tayyip Erdoğan’ın AKP’sinin, küçük ve orta girişimcilerin desteğini alarak daha ilk denemesinde iktidara aday olmasına da pek şaşmamak gerekiyor galiba.