Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Önce bir itiraf: Belki ben haddinden fazla karamsarım, beni ürküten olasılıklar belki gerçekleşmez ve büyük badirelerden geçmeden bu sıkıntılı günleri aşarız. Belki aşarız ama bana öyle gelmiyor, Türkiye'yi iyi günlerden önce kötü günlerin beklediğini, düzlüğe çıkmadan önce karanlık bir çukurdan geçeceğimizi düşünüyorum. Böyle düşünmemin başlıca nedeni, toplumumuzda iki boyutlu bir moral çöküntüsünün ve buna bağlı bir umutsuzluğun yaşanmakta olduğunu hissetmem.

İki boyutlu çöküntü
Moral çöküntüsünün birinci boyutunda, yaygın kullanılan deyimle "morallerin bozuk" olması var. Bu tür "moral bozukluğu", son finansal krizden sonra müthiş artmış durumda; 2000 yılında pompalanan umutlar da suya düşünce moraller fena halde bozuldu. Bugün çoğu kimse ekonomik durumun kısa sürede düzelmeyeceğini, yeni krizlerin yaşanabileceğini düşünüyor. Ekonomide IMF'nin güdümüne giren Türkiye'nin dış dünyadan ve özellikle Avrupa'dan sık sık tokat yemeye başlaması da bu anlamdaki "moral bozukluğu"nu artırıyor.
Moral çöküntüsünün ikinci boyutunda ise, "kasırga", "perde", "beyaz enerji" gibi ilginç adlarla anılan operasyonlarla açığa çıkan yolsuzluk olayları ve skandalların yarattığı ortamın etkilerini görüyoruz. İş alemini, bürokrasiyi, siyaseti, medyayı hatta sanat dünyasının kurumlarını töhmet altında bırakan iddialar, sistemin tüm sivil kurumlarının tam bir moral ve ahlak çöküntüsü içinde olduğu izlenimini yaygınlaştırıyor.

Umut kimde?
Bir yanda ekonomik sıkıntıları artan, işlerin düzeleceği yolundaki umutları kırılmış, morali bozuk insanlar var. Bugün hemen her kesimde, büyük işadamından mahalle bakkalına kadar her düzeyde rastlamak mümkün, bu havadaki insanlara.
Öte yanda ülkeyi bu sıkıntılardan çıkartabileceği düşünülebilecek olan grupların hemen hepsi yolsuzluk iddialarına bulaşmış görünüyor; işadamı, bürokrat, siyasetçi üçlüsü toplum nezdinde bir itibar erozyonuna uğramış durumda. Bu ortamda siyasetçinin, işadamının, bürokratın, "bize güvenin, doğru yoldayız, biraz daha özveri yaparsanız tüm bu sıkıntıları aşacağız" deme ve toplumu inandırma şansı da iyice azalmış bulunuyor. Güvensizliğin yaygınlaştığı bu ortamda her kesimin diğerini suçlaması, işçinin patronu, patronun devleti, siyasetçinin medyayı, medyanın yerine göre herkesi ve herkesin dış güçleri suçlu ilan etmesi sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.

İşadamının kaygısı
TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanlığı görevini devreden Bülent Eczacıbaşı'nın derneğin cuma günü yapılan genel kurulunda söylediği şu sözler bu bağlamda anlam kazanıyor: "Toplumsal yapımızdaki kırıkların derinleşmesi, cok eksenli kutuplaşmalara dönüşmesi tehlikesi beliriyor. Dış dünyayı bırakıp birbirimizle uğraşarak enerjimizi yitirmeye başlıyoruz. Ortaya son derecede tehlikeli bir kısır döngü çıkıyor. Daha çok kavga, daha az ekmek - daha çok kavga, daha da az ekmek... Bu kısır döngüyü mutlaka önlememiz gerekiyor, çünkü sosyal sorunlarımız alarm veriyor."
Bu kutuplaşmanın sonunda tam bir kaosa dönüşüp "bu iş sivillerle olmuyor" fikrini yaygınlaştırmaması için bu kısır döngünün derhal kırılması, "daha az kavga - daha çok ekmek" döngüsünün kurulması gerekiyor. Bunun nasıl gerçekleşeceğini göremediğim için de yakın geleceği karanlık görüyorum.

Türkiye ekonomisini yakından izlemek için her ay ülkemize geleceği anlaşılan IMF Türkiye Masası Şefi Carlo Cottarelli, bu ayki ziyaretinin sonunda yaptığı açıklamada "programa yüzde 100 uyulması gerekiyor" mesajını vermiş. Yüzde 99 değil, yüzde 100 vurgusu önemli bence.
Cottarelli'nin bu mesajı verdiği gün yayımlanan Financial Times gazetesinde, Dünya Bankası Avrupa ve Ortadoğu Başkan Yardımcısı Johannes Linn ile Türkiye Direktörü Ajay Chhibber'in birlikte yazdıkları bir yazı yer aldı. "Türkiye'deki Krizin Gerçek Nedeni" başlığını taşıyan bu yazıda, Türkiye'nin geçen yıl sonunda yaşadığı krizin nedenleri arasında TL'nin aşırı değerlenmesinin, iç talebin aşırı canlanmasının, banka sistemindeki yolsuzlukların sayıldığı belirtilerek şöyle deniyor: "Bütün bu faktörlerin etkisi olmuş olabilir ama krizin temel nedeni yapısal reformların 2000 yılının ikinci yarısında yavaşlamasıydı. Türkiye'nin temelini yapısal reformların oluşturduğu güçlü programı hiç vakit kaybetmeden ve kesintisiz uygulaması, ekonomide güvenin yeniden sağlanması için zorunludur... geçen ay yaşanan kriz bu ihtiyacın ne kadar acil olduğunu göstermiştir."
Böyle bir yazının Financial Times'ta yayımlanması bence çok ciddi bir uyarı Türkiye'ye. Tabii anlayan olursa.

Cumartesi gecesi Kanal 6'daki Ceviz Kabuğu programının konuğu olan emekli başsavcı Vural Savaş'ı dinlerken karamsarlığım daha da arttı. Emekli Başsavcı'nın dehşetengiz ifşaatına göre Türkiye'de her kötülüğü yapmaya hazır 200.000 hain vardı ve bunlar özellikle bilim kurumlarında ve medyada çöreklenmişti. Konuşmasının bu ifşaattan sonraki 15 dakikasını kendi methiyesini yapmakla geçiren Sayın Savaş'ı daha fazla izleyemedim ama içim yeterince karardı. Gecenin daha geç bir saatinde ise Kanal D'de, dünyada basketbolun doruğu sayılan NBA liginde oynayan Hidayet Türkoğlu çıktı karşıma. Dünyanın devleri arasında tutunan ve varlık gösteren Hidayet'i izlerken karamsarlığım dağıldı. Fatih Terim'le, Hidayet'le ve diğerleriyle sporda yakalanan kişisel başarıların giderek her alanda uluslararası başarı için ölçü, bir hedef oluşturacağını ve Türkiye'nin hainlerle ve korkularla içine kapanan bir taşra ülkesi olmaktan çıkacağını düşünerek umutlandım.

Çok kavga, az ekmek, moralimiz felaket
Artık iki ayda bir çıkan ve güncel konulara da eğilen Foreign Policy dergisinin son sayısında kapak konusu "mafya kapitalizmi". Derginin editörü Soli Özel, kurumları yerli yerine oturmuş bir piyasa ekonomisini kurmanın tüm zorluklarını yaşayan komünist ülkelerde piyasa reformlarının akılcı bir ekonomiden önce bir mafya kapitalizmi yarattığını belirttikten sonra şöyle diyor: "Türkiye'de bile bu sistemin ne denli zor oturduğunu, yolsuzluklar yaşandığını, siyasilerin rant dağıtımından vazgeçemediğini görüyoruz." Dergide yaşadığımız son mali krizin farklı bir değerlendirmesini yapan Süleyman Yaşar, krizi Merkez Nankasının derinleştirdiğini ileri sürüyor. Görevini tamamlayan ABD Başkanı Clinton 8 yılını değerlendiren yazıda ise küreselleşmenin Clinton düneminde nasıl değiştiğini irdeleniyor.