Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Amerikan dolarının değer kaybının son haftalarda yeniden hızlanması üzerine "dolar nereye gidiyor?" sorusu nihayet dünyanın gündemine gelebildi. Yalnızca dolarla yatırım yapan ve servet biriktirenler değil, yüz milyarlarca dolarlık dolar rezervlerinin üzerinde oturan ABD dışındaki ülkelerin merkez bankaları da bir şeyler yapmanın ve önlem almanın gerekli olduğunu görüp söylemeye başladılar. Sorumsuz politikalarla ABDnin bütçe ve cari işlemler açığını rekorlara taşıyan ABD yönetiminin ise doların değer kaybetmesini önlemek için şimdilik bir şey yapmaya gerek görmediği ifade edildi. ABD yönetimine göre gerekli düzeltmeyi piyasalar yapardı, müdahaleye gerek yoktu. Bu ortamda doların daha da değer kaybedeceği konusunda oldukça yaygın bir görüş birliği oluştu, ancak bu düşüşün ne zaman ve hangi oranda olacağı tartışılmaya başlandı. Şimdi çok kritik bir noktaya gelmiş bulunmaktayız. Önümüzdeki haftalarda ve aylarda yaşanacak gelişmeler, gelinen noktadaki durumun sürdürülemez olduğu konusundaki kanıyı güçlendirirse ve doların önemli oranda değer kaybetmesinin kaçınılmaz olduğu anlaşılırsa bu süreci bir kargaşaya yol açmadan yönetmek çok zorlaşacak. ABDnin devasa bir tasarruf açığı vererek kendi dışında dünyada oluşan tasarrufların % 75ine el koymasına yol açan mevcut işleyişin bozulması, dünya mali sisteminde bir fay kırılmasına yol açabilecek ve bunun dünya ekonomisi üzerinde de çok yönlü etkileri olabilecek. Bu etkiler arasında ilk akla gelenler şunlar: ABDde faiz oranları yükselecek ve taleple birlikte büyüme de düşecek.Dünyanın en büyük ithalatçısı olan ABDde büyümenin ve talebin düşmesi, ABD ile yaptığı ticarette 150 milyar dolar fazla veren Çin ve diğer Asya ülkeleri başta olmak üzere tüm dünya ekonomisini olumsuz etkileyecek.Dolar değer kaybederken dolara alternatif para olarak değer kazanan euronun yükselişi bir noktadan sonra euro alanındaki ülkelerin ihracatını ve dolayısıyla büyümesini olumsuz etkileyecek.Çin, baskılara dayanmayıp bir noktada kademeli olarak daha esnek bir kur rejimine geçerse bunun ABD ile yaptığı dış ticarete etkisi sınırlı kalacak ama Çindeki sorunlu banka sisteminin yönetimi güçleşebilecek.ABDde faizler yükselirken cari açığın sürecek olması, sermaye hareketlerinin yönünü yeniden ABDye çevirebilecek ve bu da "yükselen pazar" ülkelerinin aleyhine olacak.Başta son yıllarda doları ayakta tutan Asya ülkelerinin merkez bankaları olmak üzere, çeşitli ülkelerin merkez bankaları büyük oranda dolara bağlı olan döviz rezervlerini çeşitlendirme çabasına girişirse bu durum doların düşüşünü hızlandırabilir ve yeni bir dengenin sağlanmasını zorlaştırabilir. Kritik gelişmeler Bugün açığa çıkan sorun ilk bakışta doların ve diğer paraların değerleri arasındaki bir dengesizlikten kaynaklanıyor gibi görünüyor ve öncelikle bu dengesizlikleri düzeltecek faiz ve kur hareketleri üzerinde duruluyor. Oysa olayın gerisinde çeşitli ülkelerdeki hanehalkı davranışlarının farklılığı var. Tasarrufu neredeyse tamamen unutan ve gelirinin ancak % 1.2sini tasarruf eden Amerikalı hanehalkının tüketim çılgınlığıyla, tüketime henüz hazır olmayan Çinli hanehalkının gelirinin % 40ını tasarruf etmesi ve Avrupa ile Japonyada da hanehalkı tüketiminin beklenen canlanmayı bir türlü gösterememesi bugün yaşanan dengesizliği yaratıyor.Dünyanın önde gelen ekonomilerinde hanehalklarının tüketim ve tasarruf eğilimlerinde belirgin bir değişiklik yaşanmadan sonunda kurlara yansıyan dengesizlikleri gidermek olanaksız görünüyor. Söz konusu ülkelerdeki hanehalkı davranışları ise, diğer faktörlerin yanısıra, hanehalklarının gelirleriyle de ilgili bir olay. Uzun lafın kısası, dünya ekonomisini daralmaya sürüklemeden dengelerin yeniden kurulması isteniyorsa, parası değer kaybeden Amerikalıların daha az tüketmeye ve daha çok tasarrufa zorlanması; Çinlilerin, Japonların ve Avrupalıların ise daha fazla tüketip dünyadaki toplam tüketimin düşmesini önlemesi gerekiyor. Bu ise kolay olacak bir şey değil. Çözümün zorluğu AB için tarih tamam ama.. oulagay@milliyet.com.tr Türkiyenin Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme çabalarına yardımcı olmak amacıyla ve Açık Toplum Enstitüsünün girişimiyle kurulan Bağımsız Türkiye Komisyonunun iki üyesi dün İstanbuldaydı. Aynı zamanda Avrupa Parlamentosu üyesi olan, Komisyonun İtalyan üyesi Emma Boninoya göre 17 Aralıkta yapılacak AB Konseyi Zirvesiinde Türkiyeye müzakere tarihi verilmesi kesin gibi. Ancak bu kararın nasıl bir çerçeveye oturtulacağı önem taşıyor ve bu konuda kesin bir şey söylemek şu an için olanaksız. Türkiyenin tam üyeliğine karşı olan Valery Giscard DEstaing, Helmut Kohl ve Helmut Schmidt eski siyasetçilerin son haftalarda peşpeşe yaptıkları açıklamalarla ya da yazdıkları yazılarla Türkiyenin kabul edemeyeceği bir karar metninin oluşması yönünde çaba harcadıklarını belirten Bonino, buna karşılık Türkiyeye tam üyelik yolunun açılmasını savunanların tamamen sessiz kaldığını ve bunun olumsuz etkileri olabileceğini söyledi. Bonino bu durumu dengelemek için 17 Aralıka kadar kalan sürenin çok iyi kullanılması gerektiğini söyledi. Bağımsız Türkiye Komisyonunun Avsturyalı üyesi Albert Rohan da, AB Konseyinin ek şartlar ileri sürmeden Türkiye ile tam üyelik görüşmelerine başlanacağını açıklaması gerektiğini ancak bunun henüz garanti olmadığını söyledi.