Doların değer kaybetmesinde ABD ekonomisinin büyüme temposundaki yavaşlamanın Federal Rezerv Bankasının faiz artırımlarını frenleyeceği izlenimini yaratması da etkili oldu ama olayın temelinde ABDnin dev boyutlardaki dış açığının (cari işlemler açığının) finansmanı yatıyor. ABD, bu yıl 600 milyar doları aşması beklenen dış açığını tamamen borç enstrümanlarıyla finanse ediyor. Ancak bu yolla ABDye akan dış kaynak bu yılın ilk çeyreğinde ayda 85 milyar dolardan ikinci çeyrekte 71.6 milyar dolara, üçüncü çeyrekte ise 61.5 milyar dolara düştü. ABDnin dış ticaret açığı ve cari işlemler açığı ise genişlemeye devam etti. Petrol fiyatlarının yükselmesiyle kabaran petrol faturası da buna katkıda bulundu.Doların düşüşünü durdurmak için umutlar John Kerrynin başkanlık seçimini kazanmasına bağlandı şimdi. Kerrynin seçimi kazanması dolara da biraz zaman kazandırabilir ama kalıcı bir toparlanma için yeni başkanın yaratacağı yeni beklentileri beklemek gerekebilir. Bu yılın mart ayından beri 1.18 - 1.25 bandında hareket eden dolar/euro paritesi son on gün içinde bu bandın dışına çıktı ve euronun değeri 1.27 dolara yaklaştı. Türkiyenin Avrupa Birliği (AB) tam üyeliğine giden yolun açılmasını beklediği şu günlerde, bu bütünleşmenin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini ve ABnin Türkiyeyi tam üye olarak içine almayacağını savunanların dilinden düşmeyen soru "Avrupa bizi niye alsın?" sorusu. Bu soruyu, ABnin Türkiyeyi tam üyeliğe kabul etmemek için ileri sürebileceği gerekçeleri sayarak desteklemek de çok zor değil. Türkiye gibi topraklarının büyük bölümü Avrupada olmayan; yoksul, geri kalmış, kalabalık ve üstelik farklı kültürden gelen, Müslüman bir nüfusa sahip olan, koskoca bir ülkeyi tam üye olarak içine alıp da ne yapacak Avrupa? ABnin karar organlarında Türkiyeye, Almanya ve Fransa gibi ABnin büyükleriyle aynı oranda temsil yetkisi verip başına bela mı alacak? Türkiyenin AB üyeliğine karşı çıkan Avrupalılar da aynı hemen hemen gerekçeleri kullanarak Türkiyeyi AB dışında tutmak için çaba harcıyorlar. Her iki tarafın söyleminde de tarihsel önyargıların belirleyici olduğunu, geleceğe yönelik değerlendirmelerin değil geçmişe dönük takıntıların öne çıktığını görüyoruz. Özellikle Avrupada bu söylemin kitlesel bir tabana da oturduğu, dolayısıyla dikkate alınması gereken bir siyasal olgu olduğu da bir gerçek. Bu gerçeğin farkında olan Avrupalı politikacının, Türkiyenin ABye tam üyeliğini savunması zorlaşıyor. Fransadaki son gelişmeleri biraz da bu gözlükle değerlendirmek gerekiyor. AB Türkiyeyi neden alsın? AB Konseyi, tüm bu koşullara karşın, Türkiyeye tam üyelik yolunu açmaya karar verirse Daniel Cohn - Benditin deyimiyle bir "mucize"nin yolunu açmış olacak. Avrupanın siyasi liderleri, olası toplumsal tepkileri göze alarak, bu "mucize"ye giden yolu açabilirlerse, Avrupanın küresel düzende belirleyici bir oyuncu olma iddiasına sahip çıkmış olacaklar. "AB, Türkiyeyi neden alsın?" sorusuna anlamlı bir cevap verebilmek için de olayın bu büyük politika boyutunu iyi anlamak gerekiyor.Olayın temelinde, ABDnin askeri üstünlüğünü öne çıkartarak küresel düzende tek belirleyici güç olma iddiasına karşı ABnin etkili bir küresel güç haline gelmek için uyguladığı farklı seçenek var. ABD, en güçlünün kendi iradesini gerektiğinde güç kullanarak diğer ülkelere empoze ettiği bir düzen kurup bu düzenin tek hakimi olma hevesinde. AB ise, her ülkenin kendi iradesiyle içinde yer aldığı bir kanunlar ve kurallar birliği olarak etki alanını genişletmeye ve böylece küresel düzende önemli bir oyuncu haline gelmeye çalışıyor.Bugüne kadarki uygulamada ABnin yönteminin daha başarılı olduğu görülüyor. Sovyetler Birliğinin çöküşü sonrasında kendilerine yön arayan eski sosyalist ülkelerin hemen tümünün AB ile bütünleşme sürecini büyük ölçüde tamamlamış olmaları bu başarının son somut örneği. ABNİN KÜRESEL İDDİASI Ancak ABnin belirlediği yasal ve kurumsal çerçeveyi benimseyerek kendi iradeleriyle AB ile bütünleşmeyi kabul eden ülkeler arasında bile dış politika ve güvenlik politikası konusunda tam bir görüş birliği sağlanabilmiş değil. ABnin en büyük zaafı ortak bir dış politika ve güvenlik politikası oluşturup uygulamaya koyamamış olması. Irak savaşı öncesinde de görüldüğü gibi, ABD de bundan yararlanarak AB içinde çatlaklar yaratabiliyor.Şimdi gelinen noktada AB bir yandan etki alanını daha da genişletme, diğer yandan da, Ortadoğuda da etkili olacak, tutarlı bir dış politika ve güvenlik politikası stratejisi oluşturma çabasında. İşte bu noktada Türkiye, ABnin küresel güç olarak geleceğini belirleyecek bir önem kazanmış durumda. Birincisi Türkiye, bugüne kadar gerçekleştiremediği büyük dönüşümü ABye üye olma yolunda gerçekleştirebilir ve ABye katılırsa ABnin gönüllü katılım modeli en büyük başarısını elde etmiş olacak. İkincisi, AB Türkiyenin bölgedeki etkisinden ve hatırı sayılır askeri gücünden de yararlanarak, etkili bir küresel güç haline gelme iddiasını artırabilecek.Bütün bunları Avrupada sokaktaki adama anlatarak Türkiyenin AB üyeliğine destek sağlamak pek kolay değil herhalde ama Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer gibi bu analizi yapabilen siyasetçiler de var Avrupada. Onlar başlıktaki sorunun cevabını iyi biliyor. TÜRKİYENİN ÖNEMİ AB ile müzakere sürecinde rol oynayabilecek kişiler arasında adı geçen Devlet Bakanı Mehmet Aydın, 20 Ekim tarihli Tercüman gazetesinde yer alan söyleşiside AB ile bütünleşme konusunda şunları söylemiş: "ABnin yol haritası bellidir. Ülkeniz işgal edilip demokratlığı benimseyeceksin denilmiyor. Siz, Ben bu küresel oyunu sizinle birlikte oynamak istiyorum diyorsunuz. Onlar da diyorlar ki, Bunun kuralları şunlar, bunlar, size yardımcı olalım. Yol haritası iki tarafın karşılıklı oturup müzakere etmesiyle şekilleniyor." oulagay@milliyet.com.tr Küresel oyunu AB ile beraber oynayalım