Wall Street'de karamsar "ayı"ların iyimser "boğa"lara baskın çıkmaya başlaması dünya ekonomisindeki kaygıları artırıyor
Geçen salı günü Wall Street'in son yıllardaki en kararlı "boğa"larından biri olarak bilinen, Prudential Securities'in teknik analisti Ralph Acampora televizyon kameralarının karşısına geçip, "artık ben de ayıların safına geçiyorum, Dow Jones endeksinde % 20'lere varan bir düşüş yaşanabilir", deyince New York borsasındaki düşüş birden ivme kazandı ve Dow Jones endeksi tek bir günde 300 puana yakın düşüş kaydetti. Amerikan kapitalizminin "pırlantaları" sayılan 30 büyük şirketin hisselerini içeren Dow Jones endeksi tarihindeki en yüksek üçüncü düşüşü yaşarken aylardır kafaları kurcalayan sorular bir kez daha gündeme geldi: New York borsasındaki "büyük çıkış" yerini "büyük düşüş"e bırakmak üzere miydi? Kimilerine göre 6. kimilerine göre 16. yılına giren uzun soluklu "boğalar borsası"nın sonu gelmiş miydi? Borsanın yükseleceğini savunan iyimser "boğa"ların nefesi kesilecek, düşüşü öngören "ayı"ların haklı çakacağı bir dönem mi başlayacaktı?
Bu soruların son dönemde sık sık gündeme gelmesinin haklı nedenleri vardı:
* Bir kere New York borsasında işlem gören hisse senetlerinin tüm bilinen ölçülere göre "aşırı değerlenmiş" olduğunu herkes biliyordu. Fiyat/kazanç oranı 27 dolayına tırmanmış, bir araştırmaya göre son 100 yılın rekorunu kırmıştı.
* Asya krizinin eninde sonunda birçok ABD şirketinin karlarını olumsuz etkileyeceği de bir sır değildi. Japonya'nın izçine düştüğü resesyon, Asya krizinin dünya çapında bir durgunluğa dönüşmesi tehlikesini artırıyordu. Bu ortamda ABD ekonomisinin son dönemdeki hızlı büyüme temposunu sürdürmesi zor görünüyordu.
* ABD dolarının Japon yeni karşısında güçlenmesi ABD'nin ihracatını olumsus etkiliyor ve dış ticaret açığını hızla büyütüyordu. Bu ortamda ihracata yönelik sektörlerin karlılıklarında gerileme kaçınılmaz görünüyordu.
* Belki de en önemlisi borsadaki olası bir düşüşün kendini besleyen bir düşüş haline gelmesi olasılığıydı. Son yıllarda yatırım fonları aracılığıyla ya da doğrudan hisse senedi sahibi olan geniş kesim, hisse fiyatlarının sürekli yükselmesine alışmış, son dört yılda Amerikalıların varlıkları hisse fiyatlarındaki tırmanış nedeniyle 12 trilyon dolar artmıştı. Bu zenginleşme duygusu insanları harcamalarını artırmaya itmiş, bu talep sıçraması ABD ekonomisinin hızlı büyümesini sağlamıştı. Borsadaki yükselişin tersine dönmesi halinde bu süreç de tersine dönebilir, insanlar harcamayı kesebilir ve ABD ekonomisi tıknefes olabilirdi.
Tarihe bakanlar bu soruları soranların haklı çıkacağı günün ergeç geleceğini, "sonsuz bir cennet"in henüz keşfedilmediğini ileri sürüyorlar. Ancak bu görüşe katılmayan ve ABD'nin yakaladığı "yeni ekonomik paradigma"nın çok uzun süreli bir tırmanışa olanak verdiğini savunanlar da var.
Bu görüşü savunanlar teknolojik atılımla yüksek verimlilik artışları sağlayan, bütçe açıklarını yokeden, düşük faizlerle hızlı büyümeyi ve düşük işsizlikle neredeyse sıfır enflasyonu eşanlı gerçekleştirmeyi başaran ABD'nin, dünyadaki olumsuz koşullara karşın büyümesini sürdüreceğini belirtiyor ve Wall Street'deki tırmanışın da buna ayak uyduracağını iddia ediyorlar. Bunlara göre 17 temmuzdaki 9,338 puanlık zirveden şimdi 8,500 puan dolaylarına gerilemiş bulunan Dow Jones endeksinin 1999 başında 10,000 puana erişmesi olası.
Ancak geçen hafta "ayı"ların safına geçtiğini açıklayan Acampora'nın da yakın zamana kadar "Dow= 10,000" tahminini yapanlar arasında bulunduğu hatırlandığında, "yeni paradigma"cıları utandıracak gelişmelerin yakında gündeme gelebileceği düşünülebilir. Bu yılın ilk çeyreğinde % 5.5 büyüyen ABD ekonomisinin büyüme hızının ikinci çeyrekte % 1.4'e düşmesi, imalat sanayii üretiminin hazirandan sonra temmuzda da gerileme göstermesi ve ihracata yönelik siparişlerin gerilemesi hep uyarıcı sinyaller. Bu olumsuz sinyallere karşın tüketici talebindeki artışın sürmesi ve inşaat sektörünün canlı olması ekonomiyi ayakta tutmuş görünüyor.
Ne var ki Asya krizi bütün olumsuz yansımalarıyla sürüyor ve borsaya oluk gibi para akıtan Amerikalıların kafalarındaki sorular da artıyor. Bu sorular artar ve borsa inişe geçerse bu kendini besleyen bir süreç oluşturarak ABD ekonomisini şölen havasından durgunluk ortamına sürükleyebilir. Halen büyük emiş gücüyle Asya'dan dünyaya yayılan durgunluk eğilimine bir karşı ağırlık oluşturan ABD'nin de durgunluğa sürüklenmesi halinde ise epeydir sözü edilen dünya çapında bir resesyonun gündeme gelme olasılığı artabilir. Bir bakıma dünya ekonomisinin geleceği New York borsasını uçuran "boğa"ların boynuzlarının üzerinde duruyor. Bu "boğa"lan gerçekten yorulduysa dünya ekonomisinin "ayı"ların pençesine düşebilir.
Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından hazırlanan "İhracat Stratejisi: 1998 - 2005" başlıklı rapor, Türkiye'nin ihracatta bir atılım yapması ve 2005 yılı için belirlenen 85 milyar dolarlık hedefi yakamalası için her şeyden önce teknoloji yapısını yenilemesi gerektiğini vurguluyor. Raporda yer alan veriler(grafikte de görüldüğü gibi) Türkiye'nin mevcut ihracat kompozisyonunun dünya ihracatının kompozisyonuna uymadığını ve dünya ihracatında payı artan sektörlerde Türkiye'nin fazla iddialı olamadığını gösteriyor.
Raporda, bu uyumsuzluğun giderilmesi ve 21. yüzyıla girilirken sürdürülebir bir ihracat artışının sağlanması için Türk sanayiinin rekabet gücünün artırılması gerektiği belirtiliyor ve bunu sağlamak için atılması gereken adımların başında "teknolojik yapının yenilenmesi" geliyor. İhracat atılımının hedef sektörleri arasında ise bilgi yoğun mal üreten sektörlere birinci önceliğin verilmesi isteniyor.
1998 yılının ilk yarısı biterken Türkiye'de pek de sık yaşanmayan bir olgunun ilk sinyalleri alındı, enflasyonun yükseleceği beklentisinin kırılmaya yüz tuttuğu görüldü. Uluslararası Para Fonu(IMF)ye verilen ve hükümetin istikrar hedefine yönelme kararlılığını sergileyen "teminat mektubu" da bu izlenimi güçlendirdi ve birçok kimse hükümetin enflasyon hedeflerini ciddiye almaya başladı. Toptan eşya fiyatları endeksi(TEFE)deki 12 aylık artışın 1998 sonunda % 50'ye, hatta 1999 sonunda %20'ye inip inmeyeceği soruları tartışma gündemine geldi. Enflasyon beklentisindeki bu kırılma faizlere de yansıdı ve 20 - 30 puanlık büyük düşüşler yaşandı.
Bu aslında bir fırsattı ama bu fırsatın kullanılması, bütçe disiplininin artarak sürmesine ve programdan hiç ödün verilmemesine bağlıydı. Enflasyon hedefini tutturmaya kararlı bir hükümetin, enflasyon beklentisindeki kırılmaya paralel olarak piyasalardan yükselen, "öldük, bittik, yaprak kımıldamıyor", feryatlarına kulak asmaması şarttı.
Bu kritik noktada gündeme gelen iki olay belirleyici oldu: memur zammı ve erken seçim kararı. Memur zammında hükümet tam havlu atmadı ama IMF'ye verilen % 20'lik limitin delinmesini de önleyemedi. Erken seçim kararının alınması ise kaçınılmaz olarak, "ekonomik büyümeden vazgeçen hükümetin seçim kazanamayacağı", tartışmasını gündeme getirdi. Hükümetten ve bürokrasiden "durgunluk yaşanmayacağı" mesajları gelmeye başladı.
Bu ortamda enflasyon belkentilerinin yeniden değiştiğini hisseder gibiyim; faizlerdeki yükselme de bunu gösteriyor. 1998 yılı sonunda TEFE'deki 12 aylık artış % 60'larda kalırsa her halde birimleri çıkıp bunu "başarı" diye göstermeye çalışacak ama aslında Türkiye enflasyonla mücadelede bir fırsatı daha kaçırmış olacak.