Türkiye'de, güncel olarak öne çıkabilecek konular dışında, en çok konuşulan konu futboldur herhalde. Özellikle erkekler arasında çok yaygındır futbol muhabbeti. Hemen herkesin kendine göre bir fikri vardır bu konuda. Futbolcuları, teknik adamları, yöneticileri, hakemleri kendi ölçülerimize göre yargılamaktan ve onlara akıl öğretmekten çekinmeyiz.
Yirmi küsur yıl önce, benim ekonomi gazeteciliğine ilk adımlarımı attığım dönemde, ekonomiyle ilgili konular henüz halka inmemişti. Gazetelerde günlük olarak yer alan tek ekonomik gösterge, bir köşeye sıkıştırılan altın fiyatlarıydı. O dönemde ekonomik konularda ahkâm kesmek çok kolaydı, çünkü buna cesaret edebilen pek yoktu. Her söylediğinizde, her yazdığınızda bir keramet olduğu sanılıyordu.
Futboldan ekonomiye
1980'li yıllarda bu ayrıcalığı bir süre koruyabildik ancak bu çok da uzun sürmedi. 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan süreçte sırayla fiyatların, faizlerin, kurların piyasalarda serbestçe belirlenmesi gündeme geldi, hisse senedi borsası halka açıldı, döviz büfeleri yaşamımıza girdi. Bu süreçte ekonomik konular insanların günlük yaşamının bir parçası oldu, konuşma gündemine girdi. Ve tıpkı futbolda olduğu gibi herkes kendine göre yorumlar, değerlendirmeler yapmaya başladı. En karmaşık bir konuda bile çok basit çözümler keşfedenler çıkabiliyordu bu ortamda. Ekonomi konuşmak hem kolaylaşmış, hem de iyice zorlaşmıştı artık.
Örneğin şimdi gelinen noktada, ülkemizde günlük yaşamın bir parçası haline gelen yabancı paraların, doların ve euronun değeri konusunda hemen herkesin kendine göre bir fikri var. Karmaşık analizler yapanların yanı sıra "lodos havalarda dolar çıkar, euro iner" diyene bile rastlanabilir bu ortamda. İşin garibi, halkımızın kendine göre ekonomi uzmanlığından kaynaklanan bu yorum ve tahmin çeşitliliğini, uluslararası piyasalarda bu konuların uzmanı olarak geçinenlerin değerlendirmelerinde de görmeye başladık son zamanlarda.
Tahmin zorlaştı
Aslında bu bir raslantı değil. Dünyada ve Türkiye'de 20 yıl öncesine göre çok daha fazla sayıda kişinin şu ya da bu şekilde "piyasa"ya girdiğini ve kararlarıyla, davranışlarıyla ortaya çıkacak sonucu etkileyebildiğini görüyoruz. İkinci bir faktör de, mal ve hizmet piyasalarından çok daha oynak olan finans piyasalarının göreceli öneminin büyük ölçüde artmış olması. Bunun sonucunda örneğin İstanbul'da, HSBC bankasında patlayan bombanın Avrupa'daki algılanış biçimi Avrupa borsalarının düşüşüne yol açabiliyor, İstanbul'daki saldırının o andaki algılanış biçimi piyasalarda hemen bir sonuç doğuruyor. Oysa bu algılanış biçiminin doğru olduğuna dair hiç bir kanıt yok kimsenin elinde. Bu koşullarda sağlıklı tahmin yapmak da iyice zorlaşıyor.
Öte yandan piyasalarda yaşananlar, ekonominin ve mali piyasaların temel gerçeği olarak öğretilenlerin de her zaman tutmadığını gösteriyor. Bunun son örneği Avrupa Birliği'nde (AB) yaşandı. Avrupa'nın tek parası olan euronun temel dayanağını oluşturan ve bütçe açıklarına limit getiren anlaşma, Almanya ve Fransa tarafından delindi ve AB Konseyi'nin kararıyla yok sayıldı. Euronun temelindeki taş çekilmişti ama buna tepki olarak euronun düşmediği, tersine yükseldiği görüldü. Çünkü piyasalar kağıt üzerinde önemli görünen bu bağın kopmasını önemsememiş, tam tersine bütçe açığı limitlerinin delinmesinin Avrupa'da büyümeyi olumlu etkileyeceğini düşünerek karara olumlu tepki vermişti.
Neresinden bakarsak bakalım, bu işi ciddiye alanlar için ekonomi konuşmak, hele sağlıklı tahmin yapmak iyice zorlaştı artık. Ne yapsak, biz de futbol mu konuşsak acaba?