Son haftalarda yaşananlar Türkiye’nin yeniden bir mali ve ekonomik krize sürüklenmesinin hiç de zor olmadığını hatırlattı bize. Dış dünyanın ve uluslararası finans piyasalarının gözünde bir kez daha "krize aday ülke" konumuna geldik. Dış politikada ve ekonominin yönetiminde birkaç hata daha yaparsak kendimizi bir anda daha büyük sorunlarla karşı karşıya bulabiliriz. Bizim telaşımızın ve AKP’ye yönelik eleştirimizin ardında da bu kaygılar yatıyor.
Bu kaygıları gidermek ya da artırmak büyük ölçüde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın elinde. Sayın Başbakan’ın TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında ortaya koyduğu tavır ise doğrusu hiç de umut verici değildi. Sayın Başbakan’ın bugüne dek yapılan yanlışları savunarak suçu başkalarında araması ve hele Kemal Derviş’e sataşması olayın vahametini ve çıkış yolunun zorluğunu hiç kavramadığını düşündürdü bana. Bana öyle geliyor ki Sayın Erdoğan bugün gelinen noktada neler yapılabileceğini kendi dar ve deneyimsiz çevresine danışarak saptamaya çalışacak ve yeni hatalara sürüklenecek.
Bu yazılar "eleştiriyi bırak, çıkış için yol göster" diyenlere de cevap niteliğinde aslında. Bana göre çıkış yolunun önündeki en büyük engel AKP yönetimine ve Tayyip Erdoğan’a hakim olan anlayış. Onlar, bugünün dünyasında Türkiye ekonomisini yönetmekle iki koyun gütmenin çok farklı şeyler olduğunu anlamadıkça ekonominin önü açılamaz.
Türkiye ekonomisinin acıklı serüvenini yirmi küsur yıldır gazeteci olarak izliyorum. "Enflasyonu düşürüp halkın refah seviyesini yükselteceğiz" diye iktidara gelip bu vaadini tutamayan ve halkı daha beter perişan eden çok siyasetçi gördüm bu süre içinde. Bunlardan bazıları boylarından büyük işlere kalkışıp ekonomiyi derin krizlere sokmayı da başardılar. Hepsinin ortak özelliği ise, işler kötüye giderken yapılan uyarılara kulak tıkamaları, "biz yaptığımızı biliyoruz, yolumuza taş koymayın" diyerek kendilerini eleştirenlere öfkelenmeleri oldu. Öfkelerinin dozu, cehaletlerinin büyüklüğüyle doğrudan orantılıydı sanki.
Şimdi karşımızda koyun gütmekle ekonomi yönetmenin aynı şey olduğunu düşünen Sayın Tayyip Erdoğan ve AKP takımı var. Ecevit, Çiller, Yılmaz gibi yıllar içinde kendini sıfırlamış siyasetçileri yenerek büyük bir seçim zaferi kazandıkları için, ekonomiden dış politikaya, her alanda kendilerini allamei cihan sanan bu ekibin bugüne dek attığı adımlar ve çizdiği zikzaklar, koyun gütmenin ötesinde fazla bir şey bilmediklerini gösteriyor aslında. Ekonomiyi beş ayda yeni bir krizin eşiğine getirmeyi başaran AKP yönetiminin evlere şenlik serüvenini gazete manşetlerinden izlemek mümkün.
IMF’YE CAKA SATMAK
Tek başına iktidara gelen ve geniş bir kesime umut veren AKP’ye, şimdi hedef tahtası haline gelen piyasalar da cömertçe kredi açmış, faizler düşmüş, Türkiye tahvilleri dış piyasalarda değer kazanmıştı. Seçimler nedeniyle askıya alınan IMF görüşmeleri derhal sonuçlandırılıp 4. Gözden Geçirme bu ortamda tamamlanabilseydi bu olumlu hava kalıcı bir güvene dönüşebilir ve faizlerdeki düşüş de sürebilirdi. Türkiye Irak krizine üzerine gölge düşmemiş bir ekonomiyle girebilirdi.
Ne yazık ki bu fırsat kaçırıldı, ekonomi yönetiminde ve IMF ile ilişkilerde hiç bir deneyimi bulunmayan, çiçeği burnunda bakan Ali Babacan, ilk iş olarak "IMF ile yapılacak görüşmelerde faiz dışı fazlanın revizyonunu" gündeme getirdi. Babacan’a göre "faizler düşmüştü, borçlanma rahatlayacak ve vadeler uzayacaktı. IMF’den faiz dışı fazla hedefinin revize edilmesi istenebilirdi." (Milliyet, 19 Kasım 2002). Başbakan Abdullah Gül de yeni bir ekonomik program hazırlanacağını ve faiz dışı fazla hedefine sosyal revizyon yapılacağını söylüyordu. (Milliyet, 24 Kasım 2002). İlk günlerdeki olumlu havaya bakarak önünde büyük olanaklar olduğunu sanan AKP yönetimi gerçekleri göremiyor, IMF’ye kendi koşullarını dikte etmenin hayalini kuruyordu.
Bakan Babacan, IMF’yi şaşırtacak bir eylem planı hazırladıklarını belirtirken Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener de, "Biz kendimize özgü araçları devreye sokarak başarılı olacağız, böylece IMF’nin dünyadaki kredibilitesini artıracağız", diyerek övünüyordu. (Milliyet, 5 Aralık 2002) Şu günlerde hâlâ Washington’a gidip gelen yeni niyet mektubunu IMF’ye onaylatmak için ter döken Bakan Babacan, aralık başında, kendinden önceki ekonomi yönetimine taş atarak, "Niyet mektuplarını artık biz yazacağız" diyordu. (Hürriyet, 10 Aralık 2002)
AKP yönetimi kendi masallarına inanarak IMF’ye akıl öğreteceğini sanırken 4. Gözden Geçirme bir türlü sonuçlanamıyor, IMF ve Dünya Bankası’ndan uyarılar gelmeye başlıyordu. (Radikal, 21 Aralık 2002, Milliyet 21 Aralık 2002, Vatan 22 Aralık 2002.)
SIKLAŞAN UYARILAR
Bu uyarılar AKP hükümetinin bol keseden maaş zamları ve harcama yapmaya başladığı 2003 yılının ocak ayında daha da netleşecek ve IMF Başkan Yardımcısı Anne Krueger, Türkiye’ye gelerek "artık harekete geçin" demek gereğini duyacaktı. (Hürriyet 9 Ocak 2003, Radikal 17 Ocak 2003.) Bu arada iş aleminden Hükümet’e uyarılar da gelmeye başlamıştı. (Radikal, 14 Ocak 2003; Sabah, 20 Ocak 2003).
İktidarının ilk aylarını yanlış değerlendermelerle ve boş hayallerle heba eden AKP yönetimi, Irak krizine de hazırlıksız yakalandı ve yeni hatalara sürüklendi. Türkiye’yi yeni bir krizin eşiğine getiren bu acıklı serüveni manşetlerden izlemeyi gelecek hafta sürdüreceğiz.