Türkiyede ekonomik krizlerle karşılaşmaya o kadar alıştık ki bizim için uzunca sayılabilecek bir süredir, bizim anladığımız anlamda bir kriz yaşanmaması, faizlerin ve döviz kurlarının patlamaması adeta bir şaşkınlık yaratıyor insanlarda. Hatta bu durumunu geçici olduğunu düşünüp yeni bir krizin nasıl patlayacağını sorup duranlar da var. Kimisi dış ticaret açığındaki büyümeyi, kimisi sıcak para girişini, kimisi bazı bakanların yakında IMFden kurtulacağız diye demeçler vermesini tehlike işareti sayıyor. Enflasyondaki düşüşün halka olumlu biçimde yansımadığını ve iç piyasadaki durgunluğun aşılamadığını vurgulayarak bu durumun yaygın bir toplumsal tepkiye dönüşebileceğini düşünenlere de rastlanıyor. Bu saydığımız tehlike işaretlerinin hiçbiri şu an için sonuç doğuracak olgunlukta görünmüyor ama yerel seçimler sonunda Türkiyede nasıl bir siyasi ortamın oluşacağını ben de merak ediyorum doğrusu. Birinci kaygım, AKPnin oy oranının artırarak bir yerel seçim zaferi kazanması ve yerel yönetimlere de tamamen hakim olması halinde bu durumu hazmedemeyerek ben bu ülkenin tek hakimiyim havasına girmesi olasılığından kaynaklanıyor. Erdal Sağlam dünkü yazısında bu kaygının Ankarada da duyulduğunu belirtiyordu. (Hürriyet, 20 Mart 2004).Ekonomide halkın beklentilerini henüz pek karşılayamayan AKP yönetimi kendi yandaşlarına Erbakan dönemini hatırlatan bazı vaatlerde bulunmaya başlarsa bu durum kaygı verici olan ikinci olasılığı da gündeme getirebilir. Yerel yönetimlerde de hiç bir ağırlığı kalmayacak olan muhalefetin AKP yönetimine karşı tepkisi Atütürk Türkiyesi elden gidiyor kampanyasına dönüşebilir. İlk belirtileri zaten görülmüş olan toplumsal tepkileri de kullanarak ülkedeki siyasi gerilimi bir anda tırmandırabilir muhalefet. Bu ortamda ekonomi de bundan olumsuz etkilenebilir kuşkusuz. Siyasi risk Hemen belirteyim ki ben bu iki olasılığın gerçekleşme şansının çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. AKP yönetiminin ve Başbakan Erdoğanın bugüne dek sergilediği tavır böyle bir tuzağı düşmeyeceği izlenimini veriyor. Buna karşın bu riski tamamen gözardı etmek de olanaksız.İyimser bir yaklaşımla iç siyasetteki risklerin tehditlere dönüşmeyeceğini varsayarsak geriye ne kalıyor?Ekonomide olumlu sayılabilecek olan gelişmelerin rayından çıkmaması için öncelikle iki faktör önem taşıyor. Bunlardan birincisi Kıbrısla ilgili gelişmelerin bir çıkmaza saplanmaması ve Avrupa Birliği sürecinin aksamadan sürmesi. İkincisi ise IMF ile ilişkilerde 2004 sonrası için sürekliliği sağlayacak bir formül bulunması ve yeni bir borç geri ödeme planı üzerinde anlaşma sağlanması. Bu iki noktada sorun çıkmazsa ekonomiyle ilgili beklentilerde ciddi bir bozulma olmayabilir. AB ve IMF Bu noktaya kadar iyimser varsayımlarla yürüdük ve Türkiye ekonomisinde yeni bir kriz doğurabilecek olasılıkların hiç birinin şu an için acil tehlike yaratmağını söyledik. Ancak şu ana kadar hesabı katmadığımız bir faktör daha var. Türkiyenin çevresinde yükselmekte olan jeopolitik riskler. Son gelişmelere bakınca bu konuda iyimser olmak daha da güçleşiyor. Satırbaşlarıyla özetlersek: Irakta her şey olabilir. Kanlı bir iç savaş ve bağımsız bir Kürt devleti kurma girişimi de yaşanabilir.Suriyedeki Kürt grupların ayaklanmasıyla başlayan gelişmelerin neler getireceği belirsiz.Bölge karışırsa İranın oynayacağı rol de sorun yaratabilir.Kosovadaki gelişmeler kaygı verici boyutlar kazanabilir.Gürcistanda da taşlar tam yerine oturmuş gibi görünmüyor. Küresel terörde yeni bir tırmanış olasılığını da bunlara eklersek karşımızdaki jeopolitik risklerin büyüklüğünü daha da iyi anlayabiliriz. oulagay@milliyet.com.tr Jeopolitik riskler