Türkiye'nin yaklaşık 20 yıldır sürdürdüğü "yüksek enflasyonla birlikte yaşama" mucizesinin sırlarını bilenler için geçen haftanın gelişmeleri hiç de şaşırtıcı değildi. Geçen haftaki yazımızda öngördüğümüz şekilde, enflasyonun düşeceği yolundaki beklentilerin güçlenmeye başladığı hisedilir hissedilmez çeşitli kesimlerden feryatlar yükseldi. Manşetlere yansıyan haberlere göre piyasalarda yaprak kımıldamıyor, esnaf ve tüccar siftah etmeden kepenk kapatıyordu. Karşılıksız çekler ve protestolu senetler ortalığı kaplamıştı. Anadolu'nun mal talebi bıçak gibi kesilmiş, çeşitli sektörlerde firmalar için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Öte yandan devletin memuru % 20 lik bir zamla yoksulluğa mahkum edilmek istendiği belirtiliyordu.
Hayli etkili olan bu edebiyat, yüksek enflasyonun sürmesini sağlayan düzenin tipik tepkisini yansıtıyor. Hükümetin bu tür tepkilerden etkilenmesi halinde enflasyonla mücadele biraz gevşetilir, memura cömert zam verilir, memur zammından beklediği sinyali alan piyasalar açılır ve enflasyonun düşmesini "felaket"gibi görenler rahat bir nefes alabilir.
Bu tepkilerin de gösterdiği gibi Türkiye'deki "enflasyon lobisi" aslında "bir avuç rantiye ve parababası" gibi basmakalıp tanımlara sığmayacak kadar geniş ve güçlü. Yüksek kamu açıkları - yüksek iç talep - yüksek enflasyon ortamında yüksek kar marjıyla malını satan tüccar ve sanayici, rekabet gücünü vergisiz yaşama borçlu olan girişimci, primli faizle devlete borç vererek ayakta kalan bankalar ve hesap kitap yapmadan ayakta kalabilen kayıt dışı ekonominin tüm şampiyonları hep bu lobinin unsurları. Yüksek enflasyonun kurbanı olan ücretli ve maaşlı kesimi sözde savunma gerekçesiyle enflasyonu önlemeye yönelik tutarlı politikalara karşı çıkanlar da sonuçta bu lobiye hizmet etmiş oluyor ve enflasyonla yaşamaya devam ediyoruz.
Bugün gelinen noktada sevindirici olan taraf, Türkiye'yi yüksek enflasyona mahkum ederek dünyadan koparan bu oyunu farkedenlerin çoğalmış olması. "Yandık, öldük" feryatlarının manşetlere taşındığı gazetelerde bile, köşe yazarı arkadaşlarımız, enflasyonu bünyeden atmak için ekonomide bir daralmaya katlanmanın gerekli olduğunu vurgulayan yazılar yazdılar.(Örneğin Necati Doğru ve Ali Rıza Kardüz)
"Enflasyonlu yaşam"da yolunu bulanlar kuşkusuz kolay teslim olmayacak, "ne olmuş yani, Türkiye ekonomisi yüksek enflasyona karşın hızlı büyümesini sürdürüyordu, buna çomak sokmanın anlamı var mı", diyenler çıkacaktır. Türkiye'nin kendine özgü bir gelişme yolu bulduğu iddiası aslında üzerinde durulacak bir iddia olabilir. Ancak Asya'da ve dünyada yaşanan gelişmeler, 21. yüzyılda oyunu küresel kurallara göre oynamayan ülkelerin ve firmaların başarı şansının bulunmadığını gösteriyor. Böyle bir dünyada yüksek enflasyonla yaşayan ve kayıt dışı ekonomisinin gücüne güvenen bir ülkenin öne çıkması hatta yerini koruması pek mümkün görünmüyor.
Şimdi gelinen noktada Türkiye boynundaki enflasyon ilmiğini çözüp küresel rekabetin gerektirdiği koşullara ve kurallara uygun bir ekonomik düzene geçmek için bir fırsat yakalamış görünüyor. Piyasaların, özellikle de mali sektörün, bütçede sağlanan kısmi iyileşmeye verdiği tepki çok olumlu; enflasyonist beklentilerde sanki bir kırılma var. Bu noktada IMF'ye verilen programdan sapma olmazsa ve yapısal reformlar da devreye girerse, gelecek ufkumuzu karartan enflasyonla mücadelede umut verici bir noktaya gelebiliriz.
Türkiye'ye 21. yüzyıl ufkunu açabilecek olan bu mücadelede başarı şansı, hükümetin dayanma gücüne bağlı. "Yandık - battık" diyenlere fazla kulak asmadan, kendi özel durumlarını genel bir krizin belirtisi olarak göstermeye çalışanlara aldırmadan ve programı sulandırmadan hedefe yürümek şart.
Ancak hedefe doğru yürümeye kararlı bir hükümeti bekleyen üç büyük risk var: Birincisi olası bir seçimin, ekonominin daraldığı ana rastlaması riski. İkincisi, Asya krizinden Rusya'ya ve dünya ekonomisine yayılacak bir genel deprem riski. Üçüncüsü, programın ve çeşitli kesimlerde yol açacağı sansıntının iyi yönetilmemesi halinde kaotik bir tablonun ortaya çıkması olasılığı.
Her üç olay da programı rayından çıkartabilir, hedeflere varılmasını zorlaştırabilir. Evet bu doğru ama risk almadan ufuk açıcı adımlar atmak da mümkün değil galiba.
Ekonomiyle ilgili konularda fikir yürütürken genellikle çok sayıda değişkeni hesaba katmak gereğini duyduğum için kesin yargılara varmak zor gelir bana; birbirine karşıt yönde etki yapabilecek faktörleri hesaba katınca şartlı öngörülerin ötesine pek geçemem.
Futbolla ilgili bilgim çok daha sınırlı, çok daha az sayıda değişkenin farkındayım ve cehaletin verdiği cesaretle bugünkü Dünya Kupası finalini Fransa'nın kazanacağını iddia ediyorum. Brezilya'nın yadsınmaz gücüne karşın neden Fransa'yı favori gördüğümü birkaç başlık altında açıklamaya çalışayım:
* İran'ın ABD'ni yendiği maçtan sonra ABD takımının antrenörü, "onlar kazanmayı bizden daha çok istiyordu, bu sayede kazandılar", dedi. Bugün de yıllardan beri bu ana hazırlanan Fransızların ilk kez Kupaya sarılma arzusunun Kupanın gediklisi olan Brezilya'dan çok daha fazla olduğunu düşünüyorum.
* Fransa yalnızca futbol takımıyla değil ülke olarak bu zafere koşullandı ve şanslı grupta olmanın verdiği avantajı da kullanarak finale erişti. Dünya kupalarında finale kadar yükselen ev sahibi ülkeler oynadıkları 7 finalin 5'ini kazanmışlar.
* Fransa öncelikle savunmasının başarısı sayesinde finale geldi ama hiç bir maçında süper bir oyun sergilemedi. Özellikle Zidan ve forvet oyuncuları patlama yapmak için sanki son maçı beklediler. Bugüne dek yalnızca 2 gol yiyen Fransa'nın ve 8 oyuncusuyla 12 gol bulan Fransa'nın golcüleri kupayı getirebilir.
* Brezilya eleme grubunda birinciliği garantiledikten sonra Norveç'e yenildi; Hollanda'yı ancak penaltı atışlarıyla eleyebildi. Müthiş yeteneklere sahip olan Brezilya buna karşın hiç de yenilmez bir takım gibi görünmedi, özellikle savunmada ciddi zaaflar sergiledi. Bu kupada 7 gol yiyen ve 4 oyuncusuyla 14 gol atan Brezilya'nın başarısı gene bu yıldız oyunculara bağlı görünüyor.
Müşterek bahisçilerin Dünya Kupası başlamadan önce en fazla şans verdikleri iki takım, Brezilya ve Fransa finale yükseldi. Finalde ise Brezilya'ya Fransa'dan iki - üç kat fazla şans şans tanıyor bahisçiler.
Kupa öncesinde bahişçilerin en fazla şans verdiği ilk sekiz takım şunlardı:
1. Brezilya 11/4(yani 4 TL. koyan 11 TL. kazançla 15 TL. geri alır)
2. Fransa 11/2
3. İtalya 6/1
4. Almanya 7/1
5. İngiltere 8/1
6. Hollanda 9/1
-. Arjantin 9/1
8. İspanya 14/1
Bahişçileri en fazla yanıltanlar ilk turda elenen İspanya ile 40/1 verdiği halde yarı finale yükselen Hırvatistan oldu.
CHP'nin çeşitli konularda somut politikalar oluşturmak için kurduğu çalışma gruplarından KOBİ'lerle ilgili olanı ilk raporunu geçen hafta açıkladı. Raporda, genç girişimcileri ve kendi işini kurmak isteyen yurttaşları çeşitli konularda bilgilendirmeyi ve gerçek teşviklerle desteklemeyi hedefleyen CHP'nin kapsamlı bir KOBİ yasası ile organize sanayi ve teknoloji bölgeleri yasası ve KOBİ menkul kıymetler borsası yasasını çıkartacağı belirtiliyor. Rapor bu haliyle bir ilk adım ama CHP'nin girişimci kesimi orta sınıfın asli usulü sayarak bu kesime yönelik politikalar oluşturmaya çalışması kuşkusuz olumlu bir gelişme.
CHP Genel Başkanı Sayın Baykal'ın "Halk IMF'yi yendi" biçimindeki açıklaması ise sık sık yenilenmeden söz eden CHP Başkanı'nın eski alışkanlıklarından kolay kurtulamayacağını gösteriyor. "Halk IMF'yi yener" de memura sözgelimi yüzde 40 zam verilirse bu "yenilik" mi sayılacak acaba?
Fikret Bila arkadaşımızın iyileşmesini dört gözle bekliyoruz. Onun insanlara ve işine gösterdiği saygının, iyileşmesi için çaba harcayanlara da güç verdiğine eminim. Bu gücün Fikret'i yaşatması lazım.