Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Dünya futbolunu yöneten FIFA'nın Başkanı Joseph Blatter, "G -14'ler" diye anılan zengin kulüplere açıkça savaş ilan etti ve bu kulüpleri "futbolun açgözlü yeni sömürgecileri" olmakla suçladı. Blatter, 17 Aralık tarihli Financial Times gazetesinde yayımlanan yazısında Real Madrid, Manchester United, Juventus ve Bayern Münih gibi Avrupa'nın "milyarder kulüpleri"ni dünyanın en gözde futbolcularını milyonlarca dolar ödeyerek satın aldıktan sonra maç başına para isteyerek pazarlamalarına karşı çıktı.
Aralarında örgütlenip adeta bir kartel oluşturarak dünya futboluna hükmetmeye kalkışan zengin kulüplerin, oyuncularının Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası gibi uluslararası organizasyonlarda kendi milli takımlarında oynamaları karşılığında FIFA' dan para talep etmesi FIFA Başkanı'nın sabrını taşırdı. Ulusal futbol federasyonlarının üst kuruluşu olan FIFA'nın, iki Dünya Kupası arasında kalan dört yıllık sürede 204 ülkenin ulusal federasyonlarına 264 milyon dolarlık kaynak aktardığını, ayrıca Dünya Kupası finalisti 32 ülkeye de 355 milyon dolarlık destek sağlandığını açıklayan Blatter, zengin kulüplerin kendi milli takımlarında oynayan oyuncuları için para taleplerini FIFA'ya değil ulusal federasyonlara yönlendirmesi gerektiğini belirtti.
FIFA Başkanı Blatter, zengin kulüplerin futbolu halktan kopardığını ve yozlaştırdığını ileri sürerek bu gidişe karşı çıkmak gerektiğini vurguladı. İngiltere'nin zengin kulüplerini örnek gösteren Blatter, "yabancı lejyonerler"den takım kuran ve futbolcularına 100.000 sterline kadar yükselebilen "haftalık ücret" ödeyen İngiliz kulüplerinin, yıldız futbolcuların bir haftada aldığını bir yılda kazanamayan taraftar kitlesinden koptuğunu iddia etti.
Blatter, zengin kulüplerin Afrika'ya, Asya'ya, Latin Amerika'ya kelle avcıları göndererek yoksul ülkelerde sivrilen genç futbolcuları devşirmesine de karşı çıkarak bunu "futbolda yeni sömürgecilik" olarak niteledi. Gelişmekte olan ülkelerin en yetenekli yıldızlarını bu uygulama yüzünden kaybettiğini belirten Blatter, bunun söz konusu ülkelerde futbolun ve futbol kültürünün gelişmesine darbe vurduğuna da dikkat çekti ve "bu gidişle futbol tamamen yozlaşarak bir açgözlülük oyunu haline gelebilir", dedi.
Yıldız futbolcuların adeta birer promosyon mankeni haline getirildiği, dünyanın her ülkesinde futbola zenginlik katabilecek yeteneklerin, kartele mensup zengin takımların yedek kulübelerinde çürütüldüğü bir düzene karşı çıkan Blatter'e hak vermemek elde değil. FIFA Başkanı'nın milyarder kulüplere açıktan savaş ilanının nasıl bir sonuca varacağını ise şimdiden kestirmek olanaksız. Dünyadaki bu çarpık uygulamanın benzerini kendi içinde yaşayan Türk futbolunun da bu gelişmelerden kendine göre bir ders çıkartması da hiç fena olmaz herhalde.

Markiz Pastanesi'nin yeniden açılacağını duyduğum günden beri bu soruları soruyorum kendime: Çocukluğumun, hatta gençliğimin anılarıyla dolu olan o mekânda tekrar oturabilecek miyim? Artık iyice büyümüş bir çocuk olarak kendi başıma Markiz'e gidip sevdiğim bir köşede gazetemi okuyabilecek, kitabımın sayfalarını çizebilecek miyim? Bir dostumla oturup belki de saatlerce sürecek bir fikir tartışmasına girebilecek miyim? O sırada kapıdan girecek bir başka dostun sıcak ama hiç de abartılı olmayan selamına yerimden hafifçe kalkıp cevap verebilecek miyim? Annemin, babamın, ya da sevgili aile dostumuz Prof. Ragıp Sarıca'nın ansızın kapıdan süzülüp yanıma geleceklerini hayal edebilecek miyim? Ya da kusursuz makyajı ve şapkasıyla onu bekleyen avukat kocasının masasına yönelen Bayan A.'ya duyduğum hayranlığı gizlemenin hâlâ gerekli olduğunu mu düşüneceğim? Bizden önceki kuşaktan birisi, artık büyüdüğümü düşünerek, intiharla sonuçlanan büyük bir aşkın inanılmaz öyküsünü anlatacak mı bana?
Markiz'in sembolü olan iki kız kardeşin Selma ve Feride Hanımlar'ın farklı ihtimamını bulabilecek miyim orada? Kırk yıl önceki bir pastanın ya da ızgara köftenin tadını hatırlayabilecek miyim? Bir dönemin, bir ortamın, kendi içinde bütünlük taşıyan bir çevrenin kendine özgü buluşma yeriydi Markiz. Yarın yeniden açılıyor. Hafif yağmurlu bir günde orada otururken neler hissedeceğimi merak ediyorum.

Foreign Policy dergisinin Türkiye baskısı zengin içerikli bir özel yıl sonu sayısıyla çıktı karşımıza. ABD' nin dış politikadaki yeni açılımlarıyla, Irak savaşı ve sonrasıyla ilgili kapsamlı değerlendirmeler, eleştirel yaklaşımlar içeren dergide bu gelişmelerin Türkiye'ye yansımalarını ele alan özgün yazılar da var.
Benim ilgimi çeken yazılardan birinde, kendi sınırları dışında 200'den fazla askeri müdahale gerçekleştiren ABD'nin "ulus oluşturma" ve "demokrasi götürme" denemelerinde gösterdiği performans değerlendiriliyor. Yazıda, ABD'nin 16 kez "ulus oluşturma" girişiminde bulunduğu ve söz konusu ülkelerde demokrasiyi yerleştirmeye çalıştığı, ancak bu girişimlerden yalnızca 4'ünün başarılı olduğu belirtiliyor. "Başarılı" sayılan örneklerden ikisini Panama'da ve 92 bin nüfuslu Grenada'da gerçekleştiren ABD diğer iki başarısını ise 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Japonya'da elde etmiş. Diğer örneklerde ise ABD'nin ulus oluşturma ve demokrasiyi yerleştirme çabaları kalıcı başarılar sağlayamamış ve "ABD'nin bu ülkelerden çekilmesinin ardından buralarda başa gaddar diktatörler ile yozlaşmış, otokratik rejimler geçmiş". Irak'ta bundan sonra neler olacağını merak edenlere de şöyle bir müjde veriliyor yazıda: "Tam anlamıyla açık bir seçim süreci Irak'ta büyük olasılıkla, kapsamlı örgüt ağlarına ve geniş halk desteğine sahip radikal dini liderleri başa getirecektir."