Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Memur zammı krizi sürerken Moody's'den gelen açıklamalar, hükümetin içerde ve dışarda güven yaratamadığını gösterdi.

Dünyanın önde gelen iki "rating"(derecelendirme) kuruluşundan biri olan Moody's'in bazı yetkilileri geçen hafta İstanbul'daydı. Kentbank ile Uluslararası adlı danışmanlık kuruluşunun düzenlediği bir program çerçevesinde ülkemize gelen Moody's heyetinin, tam da "memur zammı" krizinin yaşandığı günlerde Türkiye'de bulunması belki bir raslantıydı ama iki olaydan ortak bir
mesaj çıkartmak mümkündü. Gerek Türkiye içinde gerekse Türkiye dışında hükümetin enflasyonla mücadele programını başarıyla sürdüreceğine güven duyulmuyordu. Güven yaratılmadan enflasyonla mücadelenin başarıya ulaşması ise olanaksızdı.

Bu aslında hiç de bilinmeyen bir şey değil. Enflasyonla mücadele alfabesinin birinci sayfasında, toplumsal mutabakatın(konsensüsün) önemi vurgulanır. Özellikle kronikleşmiş enflasyonla mücadelede, bu mücadeleyi yürüten hükümetin sağlayacağı toplumsal desteğin ve yaratacağı güvenin çok önemli olduğu belirtilir.
Evet, bunlar enflasyonla mücadelenin ABC'si sayılabilecek olan şeyler ama bizim bunları sindirmemiz için bu alfabeyi kafamızı vura vura bellememiz gerekiyor galiba. Türkiye'de enflasyonla mücadele bugüne dek pek ciddiye alınmadığı için biz daha bu alfabeyi bile öğrenmemişiz. Olaylar yaşandıkça bu alfabeyi keşfediyoruz.
Son haftalarda, enflasyonun düşme eğilimine girdiği ve IMF'ye ayrıntılı tahhütlerde bulunan hükümetin bu işi iyice ciddiye aldığı izleniminin doğması üzerine yaşananlar, yüksek enflasyonla yaşamaya alışmış bir ülkede hiç de yadırganmaması gereken tepkiler. Enflasyon lobisinin paniğe kapılarak, "piyasa durdu, yandık, batıyoruz", diye feryat koparmaya başlaması; memurlar ve onları temsil eden kuruluşların, 1998 bütçesinde yer alan ve yüzde 50 enflasyon hedefiyle tutarlı olan ikinci yarı zammına karşı bayrak açması; muhalefet partileriyle iktidarın ortağı olan bir partinin, memurun koruyucusu postuna bürünerek % 20'lik zamma karşı çıkması doğal. Eğer hükümet enflasyonla mücadelede kararlı olduğunu gösterir ve bu yönde adımlar atmaya başlarsa bu tepkilerin giderek daha da yoğunlaşması ve yaygınlaşması beklenebilir.

İşte tam bu noktada gündeme gelen memur zammı tartışması iç ve dış piyasalarda hükümetin enflasyonla mücadeledeki kararlılığının göstergesi olarak algılandığı için özel bir önem kazandı. Bu noktada önemli olan memura verilecek program dışı bir ek zammın bütçeye getireceği yük değil hükümetin kendi programına sadık kalma direnci. Hükümet bu direnci gösterebilirse içerde ve dışarda inandırıcılığı artacak, en azından 1998 hedeflerine varma kararlılığı ciddiye alınacak; bu direnci gösteremezse çoğu kimse, "biz Türkiye'de bu filmi çok gördük", deyip ona göre tavır belirleyecek.
Hükümetin bu direnci gösterebilmesi ilk olarak ülke içinde sağladığı desteğe ve yarattığı güvene bağlı. Örneğin daha önceki enflasyonu düşürme deneylerinde
hep ağır bedel ödeyen memurlar, enflasyonun gerçekten % 50'ye ineceğine ve hükümetin maaşlarını enflasyona ezdirmeyeceğine inansalar belki bu tepkiyi göstermeyecekler; enflasyonun düşmesine katkıda bulunmaya razı olacaklar. Ama belli ki bu hükümete o güveni duymuyorlar ve kendilerini kurtarmak için bu yolu seçiyorlar.
Piyasalar ve iş alemi ise hükümeti sınama aşamasında. Bu noktada kararlılık gösterilir ve bu yolda devam edileceği izlenimi verilirse hükümetin enflasyonla mücadeleyi ciddiye aldığına inananlar artacak ama henüz bu güven oluşmuş değil.

Moody's'in ülke riski bölümü direktörü David Levey'i dinlerken ve Moody's'in 1997 sonunda yaptığı Türkiye değerlendirmesine bakarkan, dış dünyanın ve uluslararası piyasaların neden "bekle - gör" havasında olduğunu daha iyi anladım. Türkiye'nin Uluslararası Para Fonu(IMF)ye verdiği program dış dünyada belli ki çok olumlu bir hava yaratmış ama David Levey'in dönüp dolaşıp öne çıkarttığı soru şu: bu hükümet, önceki hükümetlerden farklı olarak, bu programı eksiksiz ve sonuna kadar uygulayacak kararlılığı gösterebilecek mi? Enflasyonla mücadelenin her aşamasında ortaya çıkacak tepkilere karşı direnme gücünü bulabilecek mi?
Bizim daha işin ABC'sinde olduğumuz için hesaba katmadığımız olasılıkları David Levey hatırlatıyor, örneğin şunu soruyor: yıllardan beri kamu finansmanının bir bölümünü enflasyon vergisiyle karşılayan hükümet bundan vazgeçip vergi ağını genişletmeye yöneldiğinde doğacak tepkiyi göğüslemeye hazır mı? Yapısal reformlara karşı direnişi aşabilecek mi?
Anlaşılan, uluslararası piyasalarda güven yaratmak açısından da çok kritik bir noktada hükümet. Programa sağlanacak dış destek de bu güvenin yaratılmasına bağlı. Enflasyon lobisi de bunun farkında olduğu için tam bu noktada hükümetin kararlılığını kırmanın, bunu başaramazsa bu hükümetten kurtulmanın yollarını arıyor.
Hükümet bu mücadeleye başlamadan ülke içinde güven sağlayarak enflasyon lobisine karşı kendi cephesini kurmuş olsaydı bu mücadeleyi kazanma şansı çok daha fazla olacaktı. Bu yapılmadığı için şimdi Yılmaz'ın işi zor görünüyor.


Moody's'in bölge bankalarının ratinginden sorumlu yetkilisi Elisabeth Jackson - Moore, Türk banka sisteminin bilanço yapısını değerlendirirken üç noktaya rikkat çekti: (1) Hazine bonolarının ve repo işlemlerinin ağırlığı özellikle bazı bankalarda kaygı verici düzeylerde (2) Türk bankalarının kredi kullandırma düzeyleri çok düşük (3) Sistemde yüksek düzeyde "dolarizasyon" var. Kamu borçlanmasının programlandığı biçimde düşmesi halinde bazı bankaların zorlanabileceğini belirten Jackson - Moore, bankaların mülkiyet yapısından kaynaklanan sorunları ise şöyle sıraladı:
* Kamu bankaları politikacılara ve yakınlarına hizmet veriyor
* Özel sektördeki bazı banka sahipleri bankalarını diğer işleri için kullanıyor
* Özel banka sahiplerinin bazı büyük bankalarda bile bankalarının günlük operasyonlarına bizzat müdahale ettikleri görülüyor
* Bazı özel sektör bankalarında tüm yetkiler tepedeki tek bir kişide toplanmış oluyor
* Bütün bunlar bazı bankaların keyfi yönetildiği izlenimini güçlendiriyor.
Moody's'in değerlendirmesine göre "E +" notu alabilen bankalar Interbank, Pamukbank, Ziraat Bankası, Emlak Bankası ve Dışbank. Bunlardan Dışbank'ın notunun yakında yükseltilebileceği belirtiliyor. "D" notu alan bankalar Demirbank, Finansbank, İktisat Bankası, Koçbank, Toprakbank ve Vakıflar Bankası. "D +" notu Osmanlı Bankası, Türk Ekonomi Bankası ve İş Bankası'na verilirken "C" notunu yalnızca Akbank ve Garanti Bankası alabilmiş.

Geçen hafta ABD ve Avrupa borsalarında yeni rekorlar kırılırken Japonya ve Asya ülkeleri üzerindeki kara bulutlar daha da yoğunlaştı. 1991 yılına dek Tokyo borsasının altında olan New York borsasının kapitalizasyın değeri 13 trilyon dolara yaklaşırken Tokyo borsasının değeri 2 trilyon dolara düştü ve Londra'nın bile altında kaldı. Diğer Asya borsalarında son bir yılda yaşanan çarpıcı düşüşler ise bazı ülkelerde % 80'i buldu.
Bu müthiş riskleri akla getiren, çılgınca bir gelişme. Asya çökerken ve ABD ve İngiltere'de reel ekonomide ciddi yavaşlama sinyalleri alınırken borsalardaki bu çılgın tırmanışın sürmesi ister istemez "nereye gidiyoruz?", sorusunu akla getiriyor.

Bu arada Türkiye'de enflasyon illetinden kurtulmanın yolu aranırken ekonomileri daralmakta olan Japonya ve diğer Asya ülkeleri için tek çıkış yolunun enflasyonu kamçılamak olduğunu savunanlar giderek çoğalıyor. Milton Friedman ve Paul Krugman'dan sonra diğer bazı tanınmış ekonomistler de Japonya'nın genişlemeci maliye politikaları yerine genişlemeci para politikaları izlemesi gerektiğini vurgulamaya başladılar. Krizdeki diğer Asya ülkelerinin de sonunda bu yola gitmek zorunda kalacağını söyleyen ciddi ekonomistler var.