Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bunları düşünürken son günlerin bende iz bırakan haberleri geldi hatırıma: Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılacak bir konferans öncesinde bu konferansın, "Türk halkını arkadan hançerlediğini" ilan eden Adalet Bakanı'nın yarattığı panik nedeniyle bu konferansın yapılamaması. Nâzım Hikmet'in şiirini okuyan bir öğrencinin salondaki kaymakamın emriyle gözaltına alınması. Ülkemizdeki yoksul insan sayısının 19.5 milyona çıkması. Vergiye tabi gelirlerin % 60'ının beyan edilmemiş olması. Bunların yaşandığı bir ülke 'Avrupalı' olabilir mi? Avrupalı olmayı gözlerinde büyütüp "Taş çatlasa bizi Avrupa'ya almazlar" nakaratını tekrarlayanlara tepki duyuyorum genelde ama bunların yaşandığı bir ülkenin Avrupa standartlarını tutturması gerçekten de zor galiba. Şampiyonlar Ligi finali sayesinde görmek fırsatını bulduğum Atatürk Olimpiyat Stadı'na doğru giderken ve maç öncesinde, stadın çevresindeki yapılaşmaya bakarken 'Avrupalı olma' çabamızı düşündüm ister istemez. Stada bakan cepheleri birbirini tekrarlayan farklı renklere boyanmış binalar, herhangi bir zevkin ürünü olamayacak, çirkin bir yapılaşma. Stada ulaşmak için yaşanan zorluklar. Hiç bir albenisi olmayan bir stad. Kendimizi dünyaya beğendirmek için yaptığımız ve bu maç için parlattığımız stad buysa? Peki ya Avrupa'nın merkezinde, Avrupa Birliği'nin (AB) kurucu ülkelerinde yaşananlar? AB Anayasası'na "hayır" oyu verilmesini sağlamak için Fransa ve Hollanda'da yürütülen kampanyalar? Siyasetçilere duyulan öfkeyle 'eski güzel günler' özleminin ve Türkiye'yi Avrupa'dan dışlama hırsının iç içe geçtiği, duygusal tepkilerle beslenen bu "hayır" rüzgârı karşısında "Avrupa Birliği" ni korumaya çabalayan aydınların biraz da umutsuz çabaları? Bunlar neyin göstergesi?Fransa ve Hollanda'da yapılacak referandumlarda beklenmedik bir sürpriz yaşansa ve az farkla "evet" oyları fazla çıksa da Avrupa'nın merkezindeki bu havanın etkisi kaybolmayacak ve hiç bir şey eskisi gibi devam edemeyecek galiba. Siyasetçiler, halkın desteğinden emin olmadan AB projesini geliştirecek yeni adımlar atamayacak, örneğin stratejik gerekçelerle Türkiye'nin AB içinde yer almasını kolay kolay savunamayacak. "Hayır" rüzgârı Avrupa'nın diğer merkez ülkesi Almanya'da da biraz farklı biçimde hissedilen bu tepki selinin nedenlerine baktığımızda, her iki ülkenin de aşılması zor bir çıkmazın içinde bocaladığını görüyoruz. Fransa ve Almanya'da küresel kapitalizmin gereklerine uyum sağlayarak ekonomik büyümeyi hızlandıracak reformları destekleyen toplum kesimlerinin gücü sınırlı kaldığı için, radikal reform yapıp istenen sonucu almak, örneğin işsizliği azaltmak kolay olmuyor. Tersine işsizlik daha da artabiliyor ve sınırlı reform çabaları bu sonucun müsebbibi olarak görülebiliyor. Yaşlanan nüfusun eskiden beri sahip olduğu ayrıcalıkları koruma çabası da bu süreci besliyor. Bu ortam iç politikada kendilerine çıkış yolu arayanlar için de fırsatlar yaratıyor ve onların ayak oyunları da bu süreci körüklüyor.Aslında bu tepkilerle Türkiye'deki AB karşıtlarının ortaya koyduğu tepkiler arasında benzerlikler bulunduğu da bir gerçek. Avrupa'da olduğu gibi bizde de yoksulluğa, eşitsizliğe, işsizliğe, küreselleşmeye, yabancı sermayeye ve tabii siyasetçilere karşı duyulan tepkiler sonunda AB'ye karşı tepki olarak ifade edilebiliyor.Avrupa'nın merkez ülkelerinde ve birçok Avrupalı'nın "genişleme bardağını taşıran iri damla" olarak gördüğü Türkiye'de bu tür tepkilerin tırmandığı bir ortamda Türkiye AB bütünleşmesinin geleceği için iyimser olmak da zorlaşıyor. Türkiye tam üyeliği müzakere etmek için AB'den tarih almış durumda ama her şey bununla bitmiyor. oulagay@milliyet.com.tr Reform çıkmazı