Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Hükümet enflasyonla mücadelede kararlı olduğunu derhal gösteremezse içte ve dışta programa inanan kalmayacak.

Yılmaz hükümeti ekonomide zamanla yarışıyor. Dünya ekonomisindeki büyük çalkantı bu yarışı daha da heyecanlı hale getiriyor. Bu ortamda Türkiye ekonomisinin durumunu, güneşi perdeleyen kara bulutların giderek yoğunlaştığı bir açık denizde yol alırken aynı zamanda gemi kaptanının kendi geleceğinden emin olmadığı bir gemiye benzetmek mümkün.
Ekonomi gemisini bir kazaya belaya uğratmadan ve gemidekileri helak etmeden seçim limanına uluştırmak isteyen Yılmaz hükümeti, zamanla yarışırken ülke içindeki ve dışındaki tepkileri göz önünde bulundurmak zorunda. Günümüzde ekonomideki gidişatı gösteren verilerin yanısıra bu verilerin piyasalardaki ve kamuoyundaki algılanış biçimi de önem taşıyor ve sonuçta belirleyici olabiliyor.

Olaya bu gözlükle baktığımız zaman yılın ikinci yarısına girilirken Türkiye'de ekonominin gidişatına ilişkin olarak oluşmuş bulunan iyimserliğin büyük ölçüde kaybolduğunu, özellikle seçim tarihinin kesinleşmesiyle birlikte kaygıların arttığını görmekteyiz. IMF'ye taahhüt edilen programın eksiksiz uygulanacağı ve yıl sonunda % 50'lik enflasyon hedefine yaklaşılacağı yolunda oluşan iyimser beklentilerin faizlere de yansıyarak yarattığı olumlu hava şimdi tamamen dağılmış durumda. Tam tersine, Devlet Bakanı Sayın Işın Çelebi'nin "utangaç popülizm" diye nitelediği uygulamanın giderek dozunu artıracağı ve IMF'ye taahhüt edilen programdan sapmaların hedeflere varmayı olanaksız hale getireceği yönündeki beklenti her geçen gün artıyor.
Bu arada kimilerinin "yükselen pazarlar krizi" diye nitelemeye başladığı Asya krizinin gerçek anlamda küresel bir krize dönüşme olasılığının artması da Türkiye'de "bu kriz bizi etkilemez" aymazlığı içinde bulunanları bile rahatsız etmeye başlıyor. Özellikle bazı sektörlerde yaşanan olumsuz gelişmeler ve İMKB'deki çarpıcı düşüşler bu rahatsızlığı artırıyor.

Hükümetin zamanla yarışında Türkiye içindeki beklentilerin ve tepkilerin seçim tarihine kadar göstereceği seyir kuşkusuz önemli. Bunun yanısıra dış dünyanın ve özellikle de Uluslararası Para Fonu(IMF)nin yapacağı değerlendirmeler ve bu değerlendirmelerin zaman içindeki gelişimi de büyük önem taşıyor. IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun Türkiye'nin ekonomik performansının bir "Staff - Monitored Program" çerçevesinde izlenmesi konusunu değerlendirirken yaptığı açıklama bu bakımdan ilginç bir belge niteliğinde.
Bu belgenin İngilizce orijinali okunduğunda, "IMF'den Türkiye'ye tam destek" türünden manşetlerin gerçekten ne kadar uzak olduğu hemen ortaya çıkıyor.
* IMF İcra Kurulu'nun raporunda öncelikle "Staff - Monitored Program"ın niteliği üzerinde durularak bu programın IMF Board'u tarafından "onay gerektirmeyen ve destek anlamı taşımayan" bir gayriresmi(informal) bir işbirliği biçimi olduğu vurgulanıyor. Yani IMF bu anlaşmanın Kurum'u bağlamadığını ve "IMF desteği" anlamına gelmediğini açık bir dille ifade ediyor.
* İkincisi, daha programın birinci ayında kamu çalışanları zamları ve tarımsal destekleme konularında meydana gelen programdan sapmaların IMF direktörlerinde "ciddi düş kırıklığı ve kaygı yarattığı" belirtiliyor.
* Üçüncüsü, programdan sapmaları telafi edecek ve program uygulamasını güçlendirecek adımların derhal atılmaması halinde, "enflasyonla mücadelede başarı şansının fevkalade az olacağı", ifade ediliyor.
* Dördüncüsü başka sosyal güvenlik reformu ve banka kesimi reformu olmak üzere taahhüt edilen reformların devreye girmesinin programın başarısı için gerekli olduğu vurgulanıyor.

IMF'nin programın başarısı için gerekli gördüğü politik tercihlerin, seçime giden ve eski alışkanlıkların etkisinden kurtulamayan hükümetin tercihleriyle örtüştüğünü söylemek kolay değil. Devlet Bakanı Çelebi'nin "örtülü popülizm" diye nitelediği anlayışın sürmesi halinde bunun IMF'ye verilen programda yeni delikler açması kaçınılmaz görünüyor. Bu eğilim sürerse IMF'nin üç ay sonra tabloya baktığında Türkiye'yi daha acı bir dille uyarması hiç de şaşırtıcı olmaz. IMF'den sağlamış göründüğü gayriresmi desteği bile yitirmenin seçime giden bir hükümetin içteki ve dıştaki itibarı için hiç de iyi olmayacağı ise herkesin bildiği bir şey.
Olaylar bu yönde gelişirse uluslararası rating(derecelendirme) kuruluşlarının bir ay önceki gelişmeleri dikkate alarak verdikleri olumlu sinyaller de anlamını yitirebilir. IMF ile yapılan gayriresmi anlaşmadan da etkilenerek Türkiye'nin dış kredi notunda olumluya gidiş sinyalleri veren rating kuruluşları ülkedeki yeni gelişmelere ve IMF'den gelecek yeni sinyallere bakarak kanaatlerini yeniden gözden geçirebilirler.

Asya'dan dünyaya yayılan ve bir küresel kriz riskini artıran büyük çalkantının Türkiye'ye yapacağı olumsuz yansımaların da gündeme geldiği bir ortamda bir yandan seçime yönelik popülizmin diğer yandan IMF tarafından da zaafiyeti vurgulanan banka kesimine getirilen yeni vergi yükümlülüklerinin, istikrar programının uygulanmasını zorlaştırdığı ortada.
Devlet Bakanı Işın Çelebi, bazı bakanların sorumsuzca davranışına karşın bürokrasinin bu programa sahip çıktığını ve yeni sapmalara izin verilmeyerek programın hedeflerine ulaştırılacağını belirtiyor. Çelebi, zamana karşı yarışta ne kadar hassas bir noktada bulunulduğunun farkında; bu noktada kararlı davranılmazsa programın inandırıcılığının onarılmaz yaralar alması ve Türkiye'nin "yarıda kalmış istikrar programları" kolleksyonuna yeni bir örnek eklenmesi kaçınılmaz görünüyor.

"Asya krizi"ni küçümsemeye çalışanlar ne kadar büyük bir yanılgı içine düştüklerini her geçen gün daha iyi anlıyorlar. Yaşanan sıkıntılar, küresel ekonominin oluşum sürecinin sancıları. Daha önceki krizlerden farklı olarak birçok ülkede yüzlerce özel firmanın ve bankanın kaderinin belirleneceği çok karmaşık bir kriz söz konusu.
The Wall Street Journal'ın Bear, Stearns & Co. adlı kuruluşun bulgularına dayanarak yayınladığı grafik, dünya GSMH'sının çok büyük bölümünü oluşturan ülkelerde nominal(enflasyondan arındırılmamış) GSMH büyüme hızının 1996'dan bu yana nasıl gerilediğini gösteriyor. Dünya ekonomisi ciddi bir daralma tehdidiyle karşı karşıya bulunurken krizin bu aşamasında Çin ve Rusya'nın devalüasyona gitme olasılığı tartışılıyor.
Çin depremin merkez üssüne çok yakın ama Yuanın değerini korumak için çeşitli silahlara ve 141 milyar dolarlık döviz rezervine sahip. Rusya'nın durumu ise çok kritik. IMF desteğine karşın yoğun spekülatör saldırısına uğrayan Rusya'nın faizden başka silahı yok ve döviz rezervleri de 11 milyar dolara düşmüş durumda.





Yazara E-Posta: o.ulagay@milliyet.com.tr