Uluslararası Para Fonu (IMF) Avrupa Direktörü Michael Deppler ile Türkiye Masası Şefi Juha Kahkonen’in Türkiye’ye gelmesiyle birlikte ekonomide hayallerden gerçeklere dönme süreci de başlamış olacak. IMF’nin son kredi dilimini askıya alarak Türkiye’ye seçim molası için süre tanıdığı dönemde hayal tacirleri iyi iş yaptı gerçekten. AKP’nin tek başına iktidar olması, ekonomide saçmalamayacağı izlenimini vermesi, Tayyip Erdoğan’ın ilk iş olarak Avrupa başkentlerini turlamaya başlaması ve "acil eylem planı"yla hemen herkese umut vermesi bu iyimserliğe ortam hazırladı ve hayalleri yeşertti. Kimileri kısa sürede iş bulmanın ve yoksulluktan kurtulmanın, kimileri batırdığı bankaya yeniden kavuşmanın, kimileri duble yollardan pay kapmanın, kimileri de parayı bollaştırıp "accık enflasyonöla gününü gün etmenin hayallerini kurmaya başladı. Bu arada Türkiye’nin son 1.5 yılda iflasın eşiğinden nasıl döndüğü, IMF’nin hangi koşullarla Türkiye’ye destek sağladığı, yeni hükümetin manevra alanının sınırları falan unutuldu. Ekonomi nasıl olsa düzlüğe çıktı havasına girildi ve eski hastalıklı bünyenin morfinle yaşama tutkusu kendini gösterdi.
Enflasyonlu mu olsun?
Gelinen noktada "Canım parayı bollaştırıp piyasayı biraz rahatlatalım, enflasyonla mücadeleyi biraz boşlayıp önce ekonomiyi canlandıralım" demekle, "Gelin 19 Şubat sonrasında yapılanların tümünü çöpe atalım, bildiğimizi okumaya devam edelim" demek arasında hiçbir fark yok bence. Erbakan’ın ünlü "Geçiş kanlı mı olsun, kansız mı?" lafı gibi bir çağrışımı var "Büyüme enflasyonlu mu olsun, enflasyonsuz mu?" tartışmasının. Bu noktada "Öncelikli sorun enflasyon değil" diyebilen birinin açık yüreklilikle ortaya çıkıp bunun gerisini de getirmesi ve "Biz zaten IMF ile programı sürdürmek istemiyoruz, ekonomide yapı değişikliği falan da istemiyoruz, eski hamam eski tas devri saadete dönmek istiyoruz" demesi lazım. Bunun uzantısında IMF’nin kredi dilimini serbest bırakmak için ileri sürdüğü "tatsız" koşulları gerçekleştirmeye de gerek kalmaz, kısa sürede kanlı ve canlı bir ekonomiye kavuşuruz.
AKP hükümetinin, destek aldığı çevrelerden gelen bu tür taleplere boyun eğme eğiliminde olduğuna ilişkin bir belirti yok şu ana kadar. Tersine, hükümetin, aklın yolunu izleyerek, Türkiye’yi krizden çıkartan programı sürdürme eğiliminde olduğu izlenimi var bende. Ancak gerçek sınav IMF yetkililerinin Türkiye’ye gelmesi ve taleplerini ortaya koymasıyla başlayacak.
Hükümetin IMF ile müzakere sürecini nasıl götüreceği, programa sosyal boyut kazandırmada ne kadar başarılı olabileceği, hangi koşullarda IMF ile mutabakat sağlayabileceği hep yarın başlaması beklenen görüşmeler sonrasında ortaya çıkacak. Yeni iktidarın yarattığı beklentilerle gerçeklerin ne ölçüde örtüştüğü de bu süreç içinde anlaşılacak.
Yine kritik eşikteyiz
Bu arada "Enflasyonlu mu, enflasyonsuz mu?" tartışmasının hangi noktada yeniden gündeme geldiğini de gözden kaçırmamak gerek. Bir kez daha yıllık enflasyonun yüzde 30’lara indiği ve yüzde 30’ların da altına inmesinin hedeflendiği bir ortamda gündeme geldi bu tartışma. Acıyla anımsanacağı gibi, 2000 yılında uygulanan "çapalı kur"a dayalı programla enflasyon yüzde 30’lara geldiğinde "Bu kadarı da fazla, öldük - bittik" tartışmaları başlamış ve 19 Şubat krizi de yıllık enflasyonun yüzde 30’un altına indiği ortamda patlamıştı. Şimdi enflasyonla yaşamaya alışmış bünyenin "morfinsiz kalma" paniğini yaşıyoruz bir kez daha. AKP yönetimi IMF sınavıyla birlikte ekonomide asıl sınavı bu noktada verecek, ya gerçek tedavi ve yenilenmeye yönelecek ve enflasyonla mücadeleyi sürdürecek ya da hastalıklı bünyeyi rahatlatmak için "morfine devam" diyecek.