Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       ULUSLARARASI Para Fonu(IMF)nin Türkiye ekonomisini bir "staff monitoring program" çerçevesinde yakın izlemeye almasının, uluslararası piyasalarda Türkiye'ye puan kazandırabilecek bir adım olduğunu geçen haftaki yazımızda belirtmiştik. Son günlerde yaptığımız bazı temaslar ve The Economist gibi etkili yayın organlarında yer alan değerlendirmeler de bu izlenimi doğruluyor, dış dünyada Yılmaz hükümetinin bu yılın ilk yarısındaki performansına olumlu yaklaşma eğilimi ağır basıyor.
       Ancak soru işaretleri de tam bu noktada başlıyor, Yılmaz hükümetinin işin bundan sonrasını nasıl getireceği merak ediliyor. Uluslararası piyasalarda Türkiye'ye puan getiren gelişmelerin para getiren gelişmelere dönüşmesi de sanırım bu merakın giderilmesine bağlı.
       Bankacılığa diplomatlıktan geçmiş olan deneyimli bir İngiliz bankacının bu bağlamda yaptığı değerlendirme ve sorduğu sorular, uluslararası piyasalarda Türkiye ile ilgilenen çoğu kimsenin kafasında düğümlenen sorulara ışık tutacak nitelikte. Bu soruların başlıcaları şunlar:
       * IMF'ye verilen hedeflerin tutması için Türkiye ekonomisinin belirgin bir yavaşlama yaşaması gerekiyor; acaba hükümet bunu göze alabilecek mi?
       * Eğer bu yapılamazsa, yani ekonomi hedeflenen ölçüde yavaşlatılamazsa bu kez enflasyonda belirlenen hedefin tutması zor olmaz mı?
       * Ekonomide ciddi bir yavaşlama sağlanırsa bunun finans kesimi ve diğer kesimler üzerindeki etkisi ne olur?
       * Gelecek yılın nisan ayında genel seçime gitme kararının alınmış olması hükümetin IMF'ye verilen hedeflere bağlı kalmasını zorlaştırmaz mı?
       * Bu hükümetin ve olası bir seçim sonrasında yerini alacak olacak olan hükümetin 18 ay süreyle mali disiplini ve enflasyonu düşürme kararlılığını sürdürmesi beklenebilir mi?
       Bunlar Türkiye içinde de tartışılması gereken sorular kuşkusuz. IMF ile varılan anlaşma bağlamında tartışılması gereken soruların başında, ekonominin büyüme temposunun yarı yarıya düşürülmesi konusu geliyor. Bu yılın ilk çeyreğinde de % 8'lik GSMH büyüme temposunu sürdüren ekonominin büyüme hızının 1998'in bütününde, IMF'ye verilen hedeflere uygun olarak % 4.5'e düşmesi için yılın geri kalan bölümünde büyümenin % 3 dolayında kalması zorunlu. Uzun lafın kısası, yılsonu enflasyon hedefiyle de ilintili görülen GSMH büyüme hızı hedefinin tutması için ekonomimizin çok ciddi bir yavaşlama yaşaması gerekiyor.
       Gerekmesine gerekiyor da bunun nasıl gerçekleşeceği pek net değil. Ekonomide bir yavaşlamanın ilk sinyallerini alanlar var ve bu ilk sinyallere gösterilen tepkiler, ciddi boyutlardaki bir yavaşlamanın ne tür tepkilere yol açabileceğini gösteriyor. İç pazardaki talep daralmasına ucuz ithalatın rekabeti de eklenince çeşitli sektörlerde şikayetler artıyor. Talep gerçekten daralır ve firmaların fiyat dikte etme güçleri kırılırsa yakınmaların yaygınlaşması beklenebilir.
       Yüksek enflasyondan şikayet ederken bu illetle birlikte yaşamada dünyanın en başarılı ülkesi olduğumuzu bazen unutuyoruz. Şunu unutmayalım ki enflasyonla mücadelede bu kez gerçekten kararlı davranılırsa ve hem halk hem de piyasalar enflasyonun düşeceğine inanmaya başlarsa, yıllardır alışageldiğimizin dışında bir davranış seti gündeme gelebilir. Örneğin insanlarda tüketimi erteleme eğilimi doğabilir, borçlanma rahatlığı azalabilir ve bu tür davranış değişiklikleri de ekonomideki daralma sürecine katkıda bulunabilir. Bunun sonucunda daralmadan yakınanların şikayetleri daha da artabilir.
       Enflasyonda ciddi bir düşüş görülürse bundan olumsuz etkilenecek sektörlerin başında bankacılık sektörünün geleceği bir sır değil. The Wall Street Journal'ın 3 - 4 temmuz tarihli sayısında yer alan James Dorsey'in değerlendirmesi de bu nokta üzerinde duruyor. Bazı uluslararası finans kuruluşlarının Türkiye'de görevli yetkililerinin görüşlerine de yer verilen bu yazıda, Türkiye ile Brezilya arasında bir parallellik kurularak, enflasyonun düştüğü ortamda özellikle bazı küçük ve orta boy bankaların ciddi sorunlarla karşılaşabilecekleri ve sektörde el değiştirmelerle evlenmelerin gündeme gelebileceği belirtiliyor. İç pazarın daralacağı ve mali sektördeki pastanın küçüleceği bir ortamda banka sistemini olduğu gibi yaşatmanın hiç de kolay olmayacağı anlaşılıyor.
       Bu arada IMF'ye verilen hedeflerin içinde kalmak için kamu çalışanlarına uygulanacak ikinci yarıyıl zammının % 20'lerde kalmasının ve çiftçiye yönelik kararlarda belirlenen limitler içinde kalınmasının olumsuz tepkilere yol açacağı şimdiden belli. İktidar ortağı siyasi partilerin bu konularda gösterdikleri duyarlık, bu konularda belirlenen hedefler içinde kalmanın kolay olmayacağını gösteriyor.
       Enflasyonu düşürme programlarının temel zorluğu işte tam bu noktada düğümleniyor. Programın sonucunda enflasyonun düşmesiyle sağlanacak ferahlamanın etkisi devreye girmeden önce bunu sağlamak için ödenmesi gereken fatura ortaya çıkıyor. Halen Türkiye'de olduğu gibi, zamana yayılan enflasyonla mücadele programlarını uygulayan hükümetler bu zor dönemde tırmanan tepkilere direnebilirlerse hedefledikleri sonucu alıp başarılı olabiliyorlar. Direnemezlerse inandırıcılıklarını kaybedip hedeflerine varamıyorlar.
       Yılmaz hükümeti şimdi bu zor tercihle karşı karşıya.

       Dünya Kupası futbolu yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline getirdi son haftalarda. Özellikle İngiltere - Arjantin ya da Brezilya - Danimarka maçları gibi bazı karşılaşmalar, bu benzersiz oyunun keyfini doyasıya tatmamıza olanak sağladı.
       Bu yılki şampiyonada dikkati çeken noktalardan biri, 90 dakikalık normal oyun süresinin son dakikalarının birçok maçta belirleyici olması. Çoğu maçın kaderi maçın son 15 dakikasında belirlendi, kimi maçlarda hakemin eklediği 2 - 3 dakikalık süreler bile sonucun değişmesine yol açabildi.
       Hükümetlerin performanslarını değerlendirirken de zaman faktörü önemli her halde. İlk günlerinde başarılı görünüp iktidar döneminin sonlarında başarısız görünmek bir hükümet için seçeneklerin en kötüsü. Tam tersine seçimin ufukta göründüğü dönemde golünü atabilen hükümetlerin ya da partilerin bunu seçim zaferine dönüştürme şansları yüksek oluyor.
       Üç partili Yılmaz hükümeti şimdi böyle bir ikilemle karşı karşıya. Enflasyonu düşürme başarısını seçim kozu olarak kullanmak istiyor ama bunun kısa vadedeki faturasından çekiniyor.
       Öte yandan "irticayla mücadele"de katı davranmanın da seçmen tabanlarında bir tepkiye yol açabileceğini hissediyor iktidardaki koalisyonun ortakları ve bazı çıkışlar yapma gereğini duyuyor. Ancak bu tür çıkışlar da "irtica ile mücadele" gündemine kilitlenmiş kesimde karşı tepkilere yol açabiliyor ve iktidar ortaklarını zor durumda bırakabiliyor.
       Politikada maç kazanmanın kolay olmadığı bir dönemdeyiz. Fazilet Partisi(FP) Başkanı Recai Kutan geçen gün Milliyet'e yaptığı ziyaret sırasında, "biz bu işe sıfırdan değil eksi 500'den başladık", derken bu gerçeğin yalnızca FP'ne dönük yönünü anlatıyordu belki de.