Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye ekonomisinin çok boyutlu bir çıkmaza doğru sürüklendiği ortamda sıkıntıya düşenlerin de, sorumlu arayanların da giderek çoğalması hiç şaşırtıcı değil. Bizim her zamanki gibi sorumluyu kendi dışımızda arama alışkanlığımız da bilindiğine göre, işin kolayına kaçıp kendilerini rahatlatmak isteyenler için bulunmaz bir fırsat var şimdi: Suçu IMF’ye atıp kurtulmak. Türkiye’nin bugünkü ortamında topu IMF’ye atıp "bizi IMF mahvetti, kahrolsun IMF" edebiyatına sarılanların destek görecekleri, alkış alacakları da garanti gibi.

IMF’ye sövelim
Böylelikle yazının başlığında sorduğumuz sorunun cevabını da vermiş oluyoruz: içine düştüğümüz çıkmazın sorumluluğunu IMF’ye yıkarak kendimizi, hatta belki bizi dinleyenleri, okuyanları sıkıntıdan kurtarabiliriz. "Kabahat bizde değilmiş, bütün bunlar IMF yüzünden başımıza geldi" diyerek halkçı ve milliyetçi duygularımızı tatmin edebilir, bir güzel deşarj olarak stresimizi azaltabiliriz. Böylelikle ülkeyi ve ekonomiyi bu duruma düşürenleri de kurtarmış oluruz. Onlar da "biz elimizden geleni yaptık ama IMF ve Türk düşmanı piyasalar bizi yıkmaya kararlıydı", deyip işin içinden sıyrılmanın keyfini yaşayabilirler.

Katılsam mı kervana?
Şeytan diyor ki, sen de katıl şu kervana, IMF’ye ve küreselleşmeye küfret, gör bak nasıl popüler olursun. Gerçekten de ne kadar rahatlatıcı olurdu, içine düştüğümüz çıkmazı, bütün boyutlarıyla analiz etmeye kalkışıp bir çözümsüzlük denizinde kulaç atmaya kalkışacağıma, bütün suçu IMF’ye atıp işin içinden sıyrılabilseydim, herhalde çoğu kimsenin hoşuna giderdi.
"1999’da ekonomimiz dengedeyken IMF gelip bizi mahvetti" diyecek kadar sapıtan profesörlerin kervanına katılmadan da IMF’ye taş atmak mümkün aslında.
IMF’nin inandırıcılığını kaybetmekte olduğundan başlayıp bizim IMF desteğiyle uygulamaya çalıştığımız programın sakat taraflarına varana dek birçok haklı eleştiri yöneltilebilir IMF’ye. Ancak bu tür eleştirilerin Türkiye’nin bugün bulunduğu kritik noktada karşılaştığı sorunların çözümüne zerrece katkısı olmaz.

Krizin eşiğindeyiz
Türkiye bugün fevkalade kritik bir dönemeçte, uluslararası piyasalarda riski artan ülkelerin başında geliyor. Türkiye kağıtları Euro tahvil piyasasında sürekli değer yitiriyor, herkes gözünü Türkiye’ye dikmiş, ipini çekmek için olumsuz sinyal bekliyor. Bu noktada Türkiye’yi krizin içinde değil de eşiğinde tutan tek şey IMF’nin verdiği destek ve bu destekle uygulanmaya çalışılan program. Bu desteğin çekildiği ve programdan vazgeçildiği anlaşıldığı anda kendimizi yeni bir krizin ortasında bulacağız.
Geçen hafta yaşananlara bakıldığında, kendi durumlarını kurtarmak için programı delmek ve kriz getireceği belli olan adımları çözüm diye sunmak isteyenlerin de aslında bu kritik noktanın farkında oldukları anlaşılıyor. Ağlayıp hükümetten destek isteyenler hemen arkasından "programa desteğimiz sürüyor" demek ihtiyacını duyuyorlar.
IMF’nin Türkiye’ye bakışında hassas bir noktaya yaklaşıldığı da ortada. Arkadaşımız Zülfikar Doğan’ın Milliyet’in dünkü ekonomi ekinde yer alan haberi IMF’nin geçen yılki krizi nasıl değerlendirdiğini açıkça gözler önüne sererken Carlo Cottarelli’nin Türkiye ziyaretini öne çekmesi de fevkalade anlamlı bence.
Bütün bunlara rağmen IMF’ye küfredip kendimizi tatmin etme seçeneğimiz hep var. Başka çare kalmazsa biz de onu yaparız.

Başbakan Ecevit’in özel sektör temsilcileriyle yapılan toplantılarda dile getirilen sorunlar konusunda Ankara Temsilcimiz Fikret Bila’ya şunları söylemiş: "Bir bakıma gündeme getirilen sorunlar uyguladığımız ekonomik programın başarısı açısından bir gösterge. Çünkü ekonomik program hedeflerine yaklaştıkça enflasyon ve faiz düşüyor. Bu olumlu bir sonuç. Ancak yüksek faiz ve enflasyona alışmış ve ona göre şekillenmiş olan ekonomi doğal bir sancı yaşıyor. Bu bakımdan iş dünyasından bu koşullara uyum sağlamasını bekliyorum. Artık Türkiye’de faiz ve enflasyon ortamında kolay para kazanma devri bitti. Bu yolun sonuna gelindi. Bu ekonomi için çok daha sağlıklı bir durumdur, artık reel ekonomiye dönülmesi gerekir. Yaşanan sancının nedeni de budur."
Sayın Ecevit, bu sözleri IMF ile mutabık kalınan programı eksiksiz uygulamış, iç talepteki aşırı baskıyı aldığı önlemlerle düşürüp faizlerdeki ve enflasyondaki düşüşün sürmesini sağlamış ve kasım sonundaki krize sebep olmamış bir hükümetin başı olarak söyleseydi kendisine şapka çıkartırdık. Ne yazık ki böyle olmamış, kriz yaşanmış ve faizlerdeki düşüş yerini sert bir çıkışa bırakmıştır. Hükümet ödevini tam yapmadığı için bugün zor duruma düşmüş ve özel sektöre dönüp "ben görevimi yaptım, başının çaresine bak", deme hakkını kaybetmiştir.

İstanbul’da halen ‘Nisan Devrimi’ adıyla gösterilmekte olan Portekiz filmini izlerken ister istemez bizim 27 Mayıs’ı anımsadım. Portekiz’de 24 Nisan 1974’te gerçekleşen ve Salazar diktatörlüğünün sonunu getiren askeri müdahaleyle 27 Mayıs 1960’ta Türkiye’de gerçekleştirilen askeri müdahale arasında, en azından biçim olarak bazı benzerlikler vardı sanki. Her iki müdahalede de inisiyatif üst komuta kademesinden değil, tabandaki küçük rütbeli subaylardan gelmişti ve onların içtenliği müdahalenin niteliğini belirlemişti.
Peki ya sonrası? 1974’te diktatörlükten kurtulan, Avrupa’dan dışlanmış Portekiz bugün kişi başına 12.000 doları bulan geliriyle Avrupa Birliği’nin umut vaat eden ülkelerinden biri, 1960’lardan beri AET’nin ortak üyesi olan Türkiye hala 3.000 dolarlık geliriyle AB’nin dış kapısında sürünüyor.
‘Nisan Devrimi’ni ilgiyle izlerken bir yandan da bunları düşünmeden edemedim.

Rahmetli babamla adaş olan Nezih Bey (Nezih Demirkent) benim yakın olmayı başarabildiğim insanlardan değildi. Ancak aramızdaki sınırlı diyalog bile onunla birçok şeyi paylaştığımızı hissettiriyordu bana. Özellikle medyanın gidişatı konusunda, zaman zaman dertleşiyor ve konuşmamızı pek de iyimser olmayan bir tonda noktalıyorduk.
Sahibi olduğu Dünya gazetesi, çizgisinden ödün vermeden ekonomi gazeteciliğini Anadolu’ya taşıyarak önemli bir boşluğu doldururken Nezih Bey’in varlığı da bazı değerlerin hala savunulduğunun güvencesiydi adeta. Dünya’da topladığı imzalar da diğer gazetelerden farklı bir fikir platformuna erişmemizi sağlıyor ve bütün köprülerin atıldığı bir noktada sığınılacak bir limanın varlığını hissettiriyordu bana.
Nezih Bey’e rahmet, Dünya’nın bu noktaya gelmesinde önemli katkısı olan Osman Arolat’a ve tüm Dünya ailesine başsağlığı diliyorum.