Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osman Ulagay


Fransızlar sorunların sokakta çözümlenemeyeceğini anlayamazsa ülke çıkmaza sürüklenebilir.

İngiltere'de Tony Blair'in "Yeni İşçi Partisi"nin seçim zaferi ülkede yıllardır görülmemiş bir iyimserliğe ve umut patlamasına yol açtı. Muhafazakar Parti'nin 18 yıllık iktidarından bıkmış olan İngilizler şimdi Tony Blair'in öncülüğünde İngiltere'nin daha parlak günlere gidebileceğine inanıyorlar. World Economic Forum(Dünya Ekonomi Forumu) adlı kuruluşun uluslararası rekabet sıralamasında geçen yıl 15.likten bu yıl 7.liğe sıçrayan İngiltere'nin bu sıralamada daha da yukarılara çıkacak potansiyele sahip olduğunu düşünenler var.
Fransa ise İngiltere'nin tersine giderek "önünü göremeyen ülke" konumuna düşüyor, bazı yorumculara göre çok boyutlu bir çıkmazın eşiğinde bulunuyor. Başkan Chirac'ın siyaset tarihinde benzeri az görülmüş bir hesap hatası yaparak gittiği erken seçimden merkez sağ koalisyonun ağır bir darbe yiyerek çıkacağının anlaşılması da Fransa'nın çıkmaza doğru gittiğini savunanların tezlerini güçlendiriyor.
Chirac'la uyum içindeki RPR - UDF merkez sağ koalisyonun son seçimler öncesinde, bağımsız sağ ile birlikte 488'i bulan sandalye sayısının önümüzdeki pazar yapılacak ikinci tur sonucunda 200 dolayında azalması ve 577 sandalyeli Parlamento'da sağın çoğunluğu yitirmesi söz konusu. Bu olasılığın gerçekleşmesi ve iktidarın sola geçmesi halinde Chirac'ın Fransa'yı Avrupa Para Birliği'ne hazırlamak için yapmayı düşündüğü reformları uygulaması daha da zorlaşmış olacak.

Blair'in başarı sırrı

İngiltere'de Tony Blair'i seçim zaferine götüren açılıma baktığımızda İşçi Partisi'nin genç liderinin dünyanın ve kapitalizmin güncel gerçeklerini ve işleyiş düzenini kavrayarak başarıya gittiğini görüyoruz. Blair, Anglo - Sakson modelinin sağladığı avantajlardan da yararlanarak İngiltere'nin ekonomideki performansını geliştirmeyi hedefliyor. Ekonominin başarısı için mali istikrarın önemini de kabul eden Blair ekonomiye hakım olarak iktidarını konsolide ederken bir yandan da gündemindeki reformları gerçekleştirmeyi ve daha adil bir düzene geçmeyi tasarlıyor.
Thatcher - Reagan döneminin damgalarını da taşıyan Anglo - Sakson modelinin, bir sürü olumsuzluk yaratma pahasına, İngiltere'nin ve ABD'nin rekabet gücünü artırma ve işsizlik sorununu çözme açısından kıta Avrupası modeline göre çok daha başarılı olduğu görülüyor. Dünya rekabet gücü sıralamasında İngiltere 7. liğe, ABD 3.lüğe tırmanırken Fransa 23. sırada zorlukla tutunabilmiş. Almanya 25.liğe düşmüş. İşsizlik oranları ise İngiltere'de % 5,9'a, ABD'de % 4.9'a kadar düşerken Fransa'da % 12.8'e, Almanya'da % 11.2'ye kadar tırmanmış bulunuyor. Anglo - Sakson modeli, reel ücret düzeylerinin geçici olarak gerilemesine ve gelir dağılımının bozulmasına tolerans gösteren toplumların rekabet gücüne öncelik veren politikalarla işsizliği düşürmelerinin de mümkün olduğunu ortaya koyuyor.

Fransa'nın ikilemi

Fransa'nın ikilemi bir yandan Avrupa Para Birliği'ne uyum sağlamak için bütçe açığını kapatmaya çalışırken diğer yandan yükselen işsizlikle başetmek zorunda olmasından kaynaklanıyor. Halen GSMH'nın % 4.2'si mertebesinde olan bütçe açığının Maastricht kriteri olan % 3'e indirilmesi kamu harcamalarında disiplini gerektiriyor. Bu yöndeki politikaların ise işsizlik sorununun çözümüne yardımcı olmayacağı biliniyor. Başkan Chirac bu ikilemi ancak önünde beş yıl bulunan güçlü bir iktidarla aşabileceğini düşünerek seçimleri bir yıl öne aldı ama galiba umduğunun tam tersi olacak ve solun ağırlık taşıyacağı bir Parlamento ile bu ikilemi aşmak daha da zorlaşacak.
Fransa'nın sorunu aslında kendine özgü toplum psikolojisinden ve devlet yapısından kaynaklanıyor. Satırbaşlarıyla özetlersek:
* Fransız toplumu, ekonomik sorunların sokak gösterileriyle çözümlenemeyeceğini henüz kavramış değil. İşsizliği protesto gösterilerinin işsizliği önlemeye yardımcı olacağını düşünenler hayli fazla.
* Fransa'da ekonomide devletin hala büyük ağırlık taşıması, toplam istihdamın yaklaşık üçte birinin kamu kontrolündeki sektörlerde bulunması, işsizlik gibi temel sorunların devlet - hükümet politikalarıyla kısa sürede aşılabileceği inancının yaşamasına yol açıyor.
* Bu bürokratik yapı, istihdam yaratma potansiyeli yüksek olan küçük ve orta boy işletmelerin serpilmesini önlüyor.
* Avrupa Para Sistemi içinde yer almanın önemi ve bu sistemde yer almak için diğer Avrupa ekonomileriyle makroekonomik uyumun gereği Fransa'da henüz kavranmış değil. Halk bunu bir lüks olarak görüyor.
* Bu ortamda devletin ve bürokrasinin rolünü sınırlayarak işsizliği gerçekten düşürecek adımları atmak kolay olmuyor.

Fransız solu

Fransız solunun ufku da toplumdaki bu bekleyişlerle sınırlı görünüyor. Sol partiler yarısı kamu sektöründe olmak üzere 700 bin kişiye iş yaratacaklarını söyleyerek seçmendeki beklentilere çanak tutuyor; haftalık çalışma süresini, hiç bir ücret kısıtlamasına gitmeden, 39 saaten 35 saate indireceğini vadediyor. Sol, Avrupa Para Birliği hedefini reddetmiyor ama öne sürdüğü şartlarla bunun gerçekleşmesine set çekmiş oluyor.
Önümüzdeki pazar günü yapılacak seçimlerin ikinci turu sonucunda oluşacak yeni Parlamento'nun Fransa'yı çıkmazdan kurtarmak için bir hayli zorlanacağı anlaşılıyor.


1996 yılının dış ticaret verileri nihayet açıklandı ve 1996 yılının dış ticaretimizde bir rekorlar yılı olduğunu öğrenmiş olduk. DİE'nin verilerine göre geçen yıl ihracatımız 23.1 milyar dolara, ithalatımız 42.5 milyar dolara, dış ticaret açığımız 19.4 milyar dolara ve toplam dış ticaret hacmimiz de 65.6 milyar dolara erişerek yeni rekorlar kırdılar. Türkiye'nin resmi dış ticaretinin 1996 yılı GSMH'sının yaklaşık üçte biri mertebesinde olduğu anlaşıldı.
Türkiye'nin Avrupa Birliği ile gümrük birliğine girdiği yılda dış ticaret verilerinin büyük bir gecikmeyle açıklanması aslında bir skandaldı ama 1996 yılının dış ticaret rakamlarına topluca bakıldığında bu skandalın bir işlevi olabileceği akla geliyor. Grafikte görüldüğü gibi, dış ticaret açığımız geçen yılın şubat ile ağustos ayları arasında paniğe yol açacak bir şekilde tırmanmış. İnsan, bu dönemde rakamların gecikmeli açıklanması olası bir döviz paniğini önlemeyi mi amaçladı diye düşünmeden edemiyor.
Ağustostan itibaren dış açıktaki bu tırmanış durmuş ve bu yavaşlamada belirleyici faktör ithalat artışının yavaşlaması olmuş. Bunun gerisinde ise 1996 yılının ocak - ağustos döneminde % 41 artış gösteren yatırım malı ithalatının yavaşlaması ve bu yavaşlamanın aralık ayından bu yana belirginlik kazanması yatıyor.

Yazara Emailo.ulagay@milliyet.com.tr