Osman Ulagay
Türkiye bir süredir tutsağı olduğu kısır tartışmaları aşıp geleceğin dünyasına odaklanamazsa 2000'lerin dünyasında kendine iyi bir yer bulma şansını da kaçıracak. Bugünün sorunları çözümlenmeden 2000'lere odaklanmayı bir fantezi, bir lüks gibi görenler olayın can alıcı boyutunu kaçırıyor. "Önce yoksulluğu ortadan kaldıralım, sosyal refahı sağlayalım, sonra bilgi çağını yakalarız", diyenler aslında geleceğimize ipotek koyuyorlar. Yarının dünyasına bugünden hazırlanmazsak o gün geldiğinde bir kez daha geri kalmışlığın ezikliğini ve yoksulluğunu hissedebiliriz.
2000'lerin dünyasını hazırlayan büyük dönüşümün herkese aynı anda refah ve mutluluk getirmeyeceğini biliyoruz. Bu süreçte kazananlar ve kaybedenler olacak. Kazananların safında yer almak istiyorsak bir an önce içe dönük kısır tartışmaların boğucu çemberini kırıp dünyadaki yenilikleri; bilimdeki, teknolojideki, çalışma ve yönetim anlayışındaki atılımları günü gününe izlemek zorundayız. Bunları izlemek, sonuçta günü gününe siyaseti ya da borsayı izlemekten çok daha önemli bizim için.
Dünyayı 2000'lere taşıyan dönüşümün en büyük özelliği, insanı yeniden keşfetmesi ve hemen her şeyin insana odaklandığı bir yeni yaşam tarzını gündeme getirmesi. Yaratıcı insanın beynindeki tasarımın, parmaklarının ucundaki formülün ya dilindeki melodinin, burnu havada sermaye baronlarından ya da devasa makinelerden çok daha fazla değer taşıdığı bir çağa giriyoruz. Bu nedenle insana, fikre, buluşa, her türlü yaratıcılığa karşı yaklaşımın tamamen değiştiği bir çağa giriyoruz.
Sürekli eğitimin herkes için zorunluk haline geldiği, her alanda nitelikli insanın belirleyici olduğu, etik değerlerin yeniden önem kazandığı, mülkiyet ve devlet gibi kavramların bile yeni tanımlara kavuştuğu bir çağa girerken yenileşmenin ve değişimin risklerini de üstlenmek zorundayız. Milliyet, "Türkiye 2010" başlıklı yazı dizisiyle bu "cesur yeni dünya"nın kapılarını aralamayı amaçlıyor.
Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr