Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bankalar Birliği tarafından onaylanan Çerçeve Anlaşması ile hayata geçirilmesi beklenen "İstanbul Yaklaşımı", bugüne dek öncelikle bankaları ilgilendiren bir konu gibi algılandı. Bankalar, "İstanbul Yaklaşımı" ile çözümlenmesi öngörülen sorunlu krediler probleminin taraflarından biri olduğu ve bu çözümün işleyebilmesi bankaların onayına bağlı bulunduğu için, olayın öncelikle bankalarla ilgili olarak gündemde kalmış olması doğal aslında. "İstanbul Yaklaşımı"nın öngörüldüğü gibi işlemesi halinde bankalara bir rahatlama getireceği ve sorunlu kredilere bağlanan banka kaynaklarına yeniden hareketlilik kazandıracağı da bir gerçek.
Evet bütün bunlar doğru ama "İstanbul Yaklaşımı"nın asıl hedefi bankaları rahatlatmak değil, ekonominin reel sektörlerinde yeniden yapılanmayı başlatmak. Bu tür operasyonlarla ilgili olarak geniş bir deneyime sahip bulunan Dünya Bankası Özel Sektör Direktörü Ira Lieberman da özellikle bu noktanın altını çiziyor ve söz konusu olan yeniden yapılanmanın reel sektör firmalarının yalnızca finansman sorunlarıyla ilgili olmadığını belirtiyor. Anladığım kadarıyla firmaların rekabet gücünü artırmayı amaçlayan çok daha kapsamlı bir yeniden yapılanma söz konusu.

Ira Lieberman’ın yakından ilgilenmiş olduğu Güney Kore’deki benzer operasyonun dört yıl sonra geldiği nokta bu tür yeniden yapılanma operasyonlarının süresi ve maliyeti hakkında bir fikir veriyor bize. 1997’nin ikinci yarısında patlak veren Asya Krizi nedeniyle borç servisi yapamaz duruma düşen Güney Kore firmalarıyla bankaları arasındaki sorunları çözmek için 1998 başında başlatılan operasyondan bu yana devlet, banka sistemini ayakta tutmak için sisteme 120 milyar dolar pompalamış, buna karşın sekiz bankanın batmasını önleyememiş. Firmaların problemli kredilerini iskontolu fiyatla satınalarak operasyona katkıda bulunmak üzere oluşturulan Kamco adlı aktif yönetim şirketi de toplam 81 milyar dolarlık krediyi 31 milyar dolara satın alarak çözümün önemli bir ayağını oluşturmuş. Bu kapsamlı operasyon öncesinde bankaların toplam kredileri içinde % 16.4’e varan "hareketsiz krediler"in oranı dört yıl sonra şimdi % 3.4’e düşmüş.

Görülüyor ki uzun bir süreç ve muazzam rakamlar söz konusu. Güney Kore ekonomisi Türkiye ekonomisinden çok daha büyük ve Güney Kore firmalarının Asya Krizi’ne Türk firmalarından çok daha yüksek borçluluk oranlarıyla yakalandıkları da bir gerçek ama Türkiye’deki sürecin de kısa sürede sonuçlanacak, basit bir süreç olmayacağını bilmekte yarar var.
Bu arada bu operasyonun kredi sorunu bulunun tüm firmaları kurtarmayı amaçlamadığını, tam tersine yaşama ve rekabet etme şansı olan firmalarla bu şansa sahip bulunmayan firmalar arasında bir ayrım yapmayı hedeflediğini de hiç hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Amaç enflasyonsuz ortamda da yaşama şansına sahip olabileceklerini gösteren, bu hedefe yönelik dönüşümü gerçekleştirme potansiyeli bulunan firmalara, finansal darboğazı aşmaları için yeni bir olanak sağlamak. Bu yapılabildiği taktirde bankaların kredi vermeye değer müşteri portföyleri de genişleyebilir ve banka sistemi reel ekonomiye daha fazla destek sağlayabilir.