Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


İnsanların beklentileriyle ekonomiyi etkileyen davranışları arasında yakın bir ilişki var. Beklentiler, ekonomideki ve piyasalardaki gelişmelerin bir yansıması olabileceği gibi, daha sonra olacakları belirleme açısından da özel bir önem kazanabiliyor zaman zaman.
Bu olgunun somut bir örneği 19 Şubat’tan sonra Türkiye'de yaşandı. 19 Şubat sonrasında hükümete güven kalmayınca işlerin daha kötüye gideceği beklentisine giren herkes varını yoğunu dövize çevirmeye ve parasını sistem dışına çıkarmaya yöneldi. Bu ortamda IMF dışında dış kaynak temini olanağı kalmadı. Bunun sonucunda döviz kurlarında yüzde 130'lara varan bir tırmanış yaşandı, hemen herkes hızla yoksullaştığını hissetti, iç pazardaki daralma derinleşti, işten çıkarmalar büyük boyutlara vardı, karamsarlık dalga dalga yayıldı. Çeşitli ortamlarda karşılaştığım insanlar, "Dolar nereye kadar yükselir, yıl sonunda 2 milyon lira olur mu?", "Kasım ve şubat şoklarından sonra üçüncü bir şok yaşayacak mıyız?", "İç ve dış borçta konsolidasyon olacak mı?", türünden sorular soruyorlardı o dönemde.
Bunun tam tersi de geçerli: Ekonominin geleceğiyle ilgili beklentileri olumsuzdan olumluya doğru değiştirebildiğiniz taktirde olumlu gelişmelerin yaşanması olasılığını artırabiliyorsunuz.

Son haftalarda karşılaştığım sorular, insanların beklentilerinde kayda değer bir değişimin yaşanmakta olduğunu gösteriyor. Şimdi insanlar, "Dolar nereye kadar düşer?", "Kriz gerçekten bitti mi?", "İşler yakında açılır mı?", "Borsaya girsem mi?", türünden sorular soruyorlar. Varını yoğunu dövize bağlayanların bir gözü kurlarda, TL’ye dönmenin akıl kârı olup olmadığını tartmaya çalışıyorlar.
Şu ana kadar, mali piyasalardaki kimi "oyuncular" dışında hangi kesim somut olarak yararlandı, beklentilerdeki bu değişimden doğrusu bilmiyorum ama sanki krizin tepe noktasının aşıldığı ve bundan sonra işlerin daha iyiye gideceği konusunda bir izlenimin doğduğu ortada. ABD'nin ve IMF'nin Türkiye'ye vadettiği desteğin, Kemal Derviş'in iyimserlik aşılayan açıklamalarının ve tabii medyanın hayli abartılı "kriz bitti" tantanasının da katkısıyla bu iyimserlik havasının yaygınlaştığı da bir gerçek.
Pekiyi ama bizim kriz gerçekten bitti mi? "Hasta" ekonomimiz artık iyileşti mi? Taburcu olup koşmaya başlayacağı günler yakın mı?

Tıbbi tanımı tam olarak böyle mi bilmiyorum ama benim anlayabildiğim kadarıyla "kriz hali", hastalığın beklenen seyrinin dışında ani bir sıçramayı, hastanın durumunda derhal müdahale gerektiren bir bozulmayı tanımlıyor. Krizden çıkılması ise bu kritik tırmanış anının atlatıldığını gösteriyor ama kriz anının atlatılmış olması yeni krizlerin yaşanmayacağı ve hastanın iyileşeceği anlamına gelmiyor. Bunların söylenebilmesi için hastanın krizden sonraki durumunun düzelmeye devam etmesi ve uygulanan tedavinin umulan sonucu verdiğinin görülmesi gerekiyor.
Türkiye ekonomisi şimdi tam bu noktada galiba. Kriz halinden çıkma belirtileri gösteriyor, IMF "serumu" ile belli bir istikrar kazanmış görünüyor ve tedavisi sürüyor. Tedavinin sancılı aşamaları ise bitmiş değil.