Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Dört yıl önce yazdığı bir makalede "Asya mucizesi"nin sağlam temellere dayanmadığını ileri süren ve ünlü meslekdaşlarının tezlerini çürüterek haklı bir üne kavuşan Amerikalı ekonomist Paul Krugman, giderek derinleşen bir bunalıma sürüklenmekte olan Japonya'ya çare olarak enflasyonu körüklemesini önerdi.
Japonya'da hükümete ve finans kuruluşlarına duyulan güvenin sarsılması halkın gelirini harcamasını ya da mali kuruluşlar aracılığıyla sisteme sokmasını engelliyor. Halk parasını kasalarda saklıyor ya da ülke dışındaki yatırım seçeneklerine yöneliyor. ABD ve diğer Hanehalkı tasarruflarının 10 trilyon dolar mertebesinde olduğu Japonya'da iç talebin yetersizliği ve yatırımların yavaşlamış olması, ekonominin deflasyonist bir sürece girmesi sonucunu doğurmuş bulunuyor.
Enflasyonist ortamın tersine, fiyatların düşüş gösterdiği deflasyonist bir ortamda parayı para olarak tutmanın bir getirisi var. Bugünkü 1000 yenin gelecek yılki alım gücü daha fazla olacağı için tüketimi ertelemek mantıklı bir davranış olabiliyor. Şirketlerin, talebin düştüğü bir ortamda yatırım yapmaları da kolay değil. Japon hükümetinin 200 milyar dolarlık ekonomiyi canlandırma planı da umulanı vermeyince farklı çözümler aranırken Krugman, çare olarak Japonya Merkez Bankası'nın piyasayı paraya boğarak bir "enflasyon patlaması" yaratmasını önerdi.
Krugman'ın ilacı uygulanarak enflasyon yaratıldığı taktirde, halk elindeki tasarrufların reel değerinin düştüğünü farkedip mecburen harcamaya yönelecek ve iç talep canlanacak. Bu arada enflasyonun altında tutulacak olan nominal faiz oranları şirketleri yatırıma özendirecek ve Japonya'yı boğan kısır döngü kırılmış olacak.
Bu ilginç önerinin en büyük riski para arzındaki bir patlamanın Japon yeninin değerini daha da düşürmesi olasılığı. Japon yeninin değer kaybetmesinin Asya'da yeni bir devalüasyon dalgasına yol açmasından korkuluyor. Krugman böyle bir tehlikenin varlığını kabul ediyor ancak Japonya'nın önce kendini kurtarması gerektiğini belirtiyor.
Avrupa Birliği(AB) ülkeleriyle Malta, Norveç, Polonya, İsviçre ve Türkiye'de faaliyet gösteren 5,776 KOBİ türü işletme üzerinde yapılan " 1998 Avrupa Ticaret Araştırması"(European Business Survey), bizim KOBİ'lerin Avrupalı benzerlerinden daha atak olduğunu ve daha iyimser olduğunu ortaya koyuyor. Grant Thornton International ve Business Strategies tarafından gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları Türkiye'de faaliyet gösteren KOBİ'lerin kapasite ve işletme sermayesi yetersizliği ile yönetici ve kalifiye eleman eksikliği bakımından Avrupalı KOBİ'lerden daha dertli olduğunu da gösteriyor.(Bu araştırmayla ilgilenenler (212) 274 50 11 no.lu telefona başvurabilirler).
Önceki akşam NTV'nin Ekonomi Dünyası programında ünlü "rating"(kredi derecelendirme) kuruluşu Standard & Poors'un yetkilisi Mary Cavanaugh, Türkiye'nin kredi notunun nereden nereye nasıl geldiğini ve Türkiye ekonomisindeki son gelişmeleri nasıl değerlendirdiklerini anlattı.
Türkiye'yi yıllardan beri izleyen Bayan Cavanaugh, 1993 yılına kadar "kredi açılabilir ülke" derecesi olan "BBB" notuna sahip bulunan Türkiye'nin daha sonra nasıl küme düştüğünü anlatırken son beş yılda ekonomimizde yaşanan acıklı serüven bir kez daha gözümün önünden geçti. Bu serüvenin özeti beş yıl önce "BBB" olan notumuzun, halen Türkiye'yi "BB" derecesine layık görülen Rusya'dan bile daha riskli gösteren "B"ye düşmüş olmasıydı. Gerçi rating kuruluşlarının kendi notları da son yıllarda bir hayli kırılmıştı ama Türkiye'nin son beş yıldaki serüveniyle övünmek ne yazık ki pek mümkün değildi.
Mümkün değildi çünkü Türkiye aslında 1990'ların başından beri, teşhis edilmiş hastalığını tedavi etmemekte direnen ülke konumundaydı. Türkiye'deki gelişmeleri yakından izlediklerini ve Türkiye'nin notunun çok düşük kaldığını kabul ettiklerini açıklayan S&P yetkilisi, bu notu yükseltmelerini engelleyen etkenleri şöyle sıraladı:
* Kamu açıklarının istenen boyutlara getirilememiş olması
* Reel faizlerin ve devletin borç servisi yükünün hala ağır olması
* Enflasyon beklentisinin hala çok yüksek olması
* Sosyal güvenlikle, vergiyle, tarım kesimiyle ilgili yapısal reformların bir türlü yapılamaması
* Siyasi istikrarın sağlanmış görünmemesi
Bu sorunların çözümlenmesi halinde Türkiye'de enflasyonun hızla düşebileceğini ve farklı bir noktaya gelineceğini de belirten Bayan Cavanaugh'un değindiği sorunların hangisi yeni bizim için? Hiç biri. Yıllardan beri aynı sorunları yaşıyoruz ve bunları çözemediğimiz için de ekonomimiz istikrarsızlıktan kurtulamıyor, son yıllarda gösterdiğimiz yüksek büyüme performansına karşın kredi notumuz yükselmiyor.
Türkiye'ye dışardan bakanları ürküten olguların başında Türkiye'nin ekonomik ve politik istikrar grafiğinin son yıllarda çok inişli çıkışlı bir seyir izlemiş olması geliyor. Çoğu kez Hazine'nin borçlanma faizlerine ve enflasyon oranlarına da yansıyan bu iniş çıkışlar Türkiye'nin nereye gittiğini anlamayı zorlaştırıyor.
Şimdi gelinen nokta bu bakımdan kritik. Bütçe disiplininin bir ölçüde sağlanmış olması ve faiz dışı bütçenin öngörülenin üstünde fazla vermesi, özelleştirme alanında bazı adımlar atılması, enflasyonun kontrol altında gibi görünmesi ve borçlanma faizlerinin düşmesi "acaba" umudunu yeşerten gelişmeler. Ancak bu olumlu havanın sürmesinin, mali disiplinin korunmasına ve yapısal reformların devreye girmesine bağlı olduğunu aklı başında herkes biliyor. Bunlar yapılamazsa bu fırsat da kaçacak.
Son günlerdeki gelişmeleri bu fırsatın ışığında değerlendirmek mümkün. Sayın Yılmaz'ın yapısal reformları zorlaması ve Sayın Baykal'ın da ona destek sağlaması için yapılan telkinleri ve IMF'nin 2. numarası Stanley Fischer'in Türkiye ziyaretini de bu bağlamda değerlendirebiliriz belki.
Gelinen noktada yapısal reformlar devreye girebilir ve kamu dengesinde kalıcı bir iyileşmenin temelleri atılırsa bugüne dek yapılanlar boşa gitmez, ekonomide istikrar umudu artar. Bu sürecin sürdürülmesi ise dış kredi notunun yükselmesini gündeme getirebilir.
Böyle bir olasılıktan söz edebildiğime göre bugün herhalde iyimser bir günümdeyim.