Döviz kurlarının yönetimi, günümüzde çözümü en zor problemlerden biri haline gelmiş durumda. Dünyadaki örnekler de bunu gösteriyor. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi sonrasında sınır ötesi sermaye akımlarının döviz kurlarını belirlemede, ticari akımlardan da önemli hale gelmiş olması, problemi çok daha karmaşık hale getirmiş bulunuyor. Örneğin bir ülkenin dış ticaret dengesinde belirgin bir bozulma olsa da o ülkeye yönelik sermaye hareketleri bunu telafi ediyorsa kur bundan hemen etkilenmeyebiliyor. Nitekim ABD büyüyen dış açıklar verirken bu açıkları aşan miktarda sermaye çekebildiği sürece doların değerini koruyabildi.
Bunun tam tersi de geçerli. Bir ülkenin dış ticaret açığında belirgin bir bozulma olmadığı halde o ülkeden sermaye kaçışı olursa bu olay o ülkenin parasını çökertebiliyor. Sınır ötesi sermaye hareketleri ise ekonomi dışı pek çok faktörden de etkilenebiliyor. Bir ülkedeki iç ve dış politik istikrarsızlık, o ülkeyi etkileyen jeopolitik sorunlar, hatta doğal afetler bu faktörler arasında sayılabilir. Ayrıca bir ülkenin kendi kontrolü dışındaki ekonomik ve mali gelişmeler de o ülkeye yönelik sermaye hareketlerini etkileyebiliyor. Örneğin ABD'deki faiz oranlarının yükselmesi ya da Brezilya'nın ekonomik durumunun bozulması bir noktada Türkiye'den sermaye kaçışına da yol açabiliyor.
Yıllardır parasının pul olmasına alışmış olan Türk milleti şimdi TL'nin değerlenmesi karşısında şaşkına dönmüş durumda, bu kez de bunun paniği yaşanıyor. Otuz küsur yıllık yüksek enflasyonun mirasını ortadan kaldırmak zaman alacak kuşkusuz. Burada ilginç olan nokta, ekonomi yönetimine güven geldikçe, sistem dışına çıkan ya da dövize sığınan paranın TL'ye dönmesi ve dışardan giren parayla birlikte TL'nin değerini yukarı çekmesi. Yani istikrar ve güven arttıkça TL'nin değeri de artıyor ama bir noktadan sonra TL'deki bu değerlenmenin bir istikrarsızlık unsuru olabileceği kaygısı da artıyor. TL'deki değerlenme nedeniyle sanayimizin rekabet gücünü kaybetmekte olduğunu ve işsizliğin daha da artacağını savunanlar da var.
İşte tam bu noktada TL'nin değerlenmesinden dalgalı kur rejimini sorumlu tutanlara ve "kurun yönetilmesi" gerektiğini ileri sürenlere de rastlanıyor. Bu öneriyi gündeme getirenler, ekonomiyi kurtarma bahanesiyle yeni spekülasyon fırsatları yaratmak ve bundan yararlanmak istiyorlarsa kendi açılarından haklı olabilirler. Zira Türkiye'nin bugünkü ortamda dalgalı kur rejimini değiştirmeyi düşünmesi bile spekülasyona ortam hazırlayabilir. Dalgalı kur rejimine geçiş döneminin sıkıntılarını Hazine Müsteşarı olarak yaşayan Faik Öztrak'ın ifadesiyle, "Sorunu kur rejimini değiştirerek çözmeye çalışmak sürdürülebilirlik tartışmalarını yeniden gündeme getirecek ve çok maliyetli olacaktır." (Milliyet, 20 Şubat 2004)
Türkiye şu anda yakalamış olduğu olumlu konjonktüre karşın, yüksek borçluluk oranı nedeniyle, dünyadaki "olağan şüpheliler" arasında adı anılmaya devam eden ülkelerden biri.
Şimdi biz bu noktada, IMF ve uluslararası piyasaların olası krizlere karşı en önemli güvence saydığı dalgalı kur sisteminden vazgeçmeye kalkışırsak bütün dikkatleri üzerimize çekeriz ve derhal spekülatif baskıların hedefi haline geliriz. O zaman TL'yi ne pahasına olursa olsun düşürmek isteyenlerin ve spekülatif dalgadan yararlanmak isteyenlerin istediği noktaya hızla gelebiliriz ama ne istikrar kalır, ne de enflasyonla mücadele. Bütün bunların özeti ise şudur: Türkiye bugün bulunduğu noktada, kur rejimini değiştirme lüksüne sahip değildir.
Soruna dalgalı kur rejimi içinde çözüm aranmalıdır.