Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye'de laik düzenin korunmasını isteyen kesimin eğitimin önemini ancak son birkaç yılda kavraması, sekiz yıllık kesintisiz eğitim konusunun Milli Güvenlik Kurulu(MGK) tavsiyesiyle gündeme gelmesi, bu kesimin öncelikle kendisini sorgulaması gerektiğini gösteren örneklerden yalnızca biri. Laik düzeni değiştirmek istediği iddia edilen kesimin eğitime damgasını vurmak için yıllardan beri harcadığı para ve çabaya karşılık laik düzeni savunmak isteyenlerin ancak buna tepki olarak harekete geçmiş oldukları acı bir gerçek.
Hafta içinde Eğitim Gönüllüleri Vakfı (EGV)'nın toplantısını izlerken bunları düşündüm. Fatih'teki devasa çöplüğü mükemmel bir eğitim parkına dönüştüren EGV ve benzerleri yirmi yıl önce kurulmuş olsaydı bugün acaba hangi noktada olurduk? "Çocuklarımızın beyni yıkanıyor, eğitim sistemi Şeriat düzeni isteyenlerin hakimiyetine girdi", diye paniklemeye gerek kalır mıydı.
Her halde kalmazdı ama bugün atı alan Üsküdar'ı geçmiş durumda. EGV gibi olumlu girişimlerin yaygın biçimde desteklenmesi çok önemli ama bunun ötesinde kapsamlı bir eğitim reformu için bir sıçramaya gerek var. Laik düzeni savunduğunu iddia eden herkesin, her siyasi hareketin, başka her şeyi ikinci plana itip bu eğitim atılımı için kolları sıvaması, kaynaklarını seferber etmesi şart.
Laik düzeni savunanların yaya kaldığı, ihmalkar davrandığı tek alan eğitim alanı değil. Gelir dağılımı hızla bozulurken, su gibi para harcayan arsız bir azınlıkla, en doğal gereksinimlerini bile karşılayamaz duruma düşen geniş kesim arasındaki gelir uçurumları büyürken, ülkeyi yöneten laik düzen savunucuları hangi önlemi aldılar? Azgın enflasyon altında ezilen toplum kesimlerine eğildiklerini gösteren hangi davranışı sergilediler?
Laik düzeni savunanlar toplumun önemsediği değerleri savunma konusunda da çok kötü not aldılar. Her türlü moral değeri çiğneyerek her devrin adamı rolüne soyunanlara mevki, sütun, itibar sunmaya devam ettiler. Şimdi bunun da acısını çekiyoruz.
Laik düzeni savunan kesimin kendini çok ciddi biçimde sorgulaması için fazla zamanı kalmadı. Zora düştüğünde askere sığınma refleksi bu kesimin derin çıkmazını sergiliyor aslında.


Avrupa'nın bizden korktuğu için Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmasını istemediği zeten biliniyordu ama son gelişmeler bu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Avrupa'nın temsilcileri ne derlerse desinler, Türkiye'nin birçok bakımdan dünyanın "en benzersiz ülkesi" olması onları korkutuyor.
Adamlar nasıl korkmasın, dünyada birçok rekora imza atan bu ülkenin insanlarının neler yapabileceğini gösteren örnekler her gün gözler önüne seriliyor.
Son örneklerden biri cep telefonlarına büyük ilgi gösteren Türklerin yaptıkları bütün görüşmelerin dinlenmekte olduğu iddiası. Dünyada bu başarıyı tekrarlayan başka ülke var mı bilmiyorum ama müthiş kuşkucu ve vizyon sahibi bir Türk olarak cep telefonu almamakta ne kadar haklı olduğum ortaya çıktığı için memnunum. Tüm sırlarını cep telefonlarıyla yaptıkları konuşmalarda ifşa edenlere ise acı acı gülüyorum.
Gazetecileri hapse tıkmakta dünya rekorunu elinde tutuyormuşuz hala. Bu da tabii övünülecek bir başarı.
İşkence liginde de dünyanın sayılı ülkeleri arasındayız. Dışişleri Bakanımız, "filistin askısı ya kalkacak ya kalkacak", dedi ama siz ona bakmayın, kendisi şakayı çok sever.
Enflasyonu falan saymıyorum, o alandaki kronik şampiyonluğumuz zaten tarihe geçti. Son haftalarda gündeme gelen korkunç zamlar yeniden üç haneli rakamlara doğru bir tırmanışın sinyallerini veriyor.
Bütçesi "fazla" verirken Merkez Bankası para basma rekoru kıran ilk ülke olarak da tarihe geçmeye aday durumdayız.
Bütün bunlara ilaveten şimdi bir de "zamana yayılmış askeri müdahale" kuramını literatüre sokmak için ciddi çalışmaların yapıldığı bir ülke haline geldi Türkiye.
Şimdi bunlar zaten Avrupalıyı ürkütecek sinyaller ama bir de son günlerin ilginç gelişmeleri var. Bir Türk kızının Almanya Şansölyesi Kohl'un oğluyla arkadaşlığını ilerletmesi ve çeşitli ünvanlarına "Asena" ünvanı da eklenen bir başka Türk kızının "Yeni Ergenekon"dan söz etmesi, Türklerden çekinen Avrupalıların kafasını büsbütün karıştırmış olmalı. Tabii bu durumda bizi içlerine almaya cesaret edemiyor, her gün yeni bir bahane uyduruyorlar.


Günlük dilde kısaca "borsa" diye anılan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'ndaki günlük fiyat hareketleri çeşitli nedenlere bağlanıyor. Kimi zaman borsada işlem gören bazı şirketlere, örneğin kamu kuruluşlarına ilişkin söylentiler; kimi zaman faizlere ya da diğer mali ya da ekonomik göstergelere ilişkin beklentiler; kimi zaman siyasi gelişmeler ya da beklentiler gerekçe gösteriliyor fiyat iniş çıkışlarına.
Bunların bir kısmının, günlük fiyat hareketleri sayesinde para kazananlarca "icat edilmiş" ya da şişirilmiş nedenler olduğu kolaylıkla görülebiliyor. Olaylara çok kısa vadeli kar perspektifiyle bakan oyuncuların belirlediği fiyat hareketlerine bakarak ekonomideki ve politikadaki gelişmeler hakkında hüküm vermek pek doğru değil. Örneğin borsanın her belirgin yükselişinde bundan kendine pay çıkartan iktidar cephesinin de, her belirgin düşüşte felaket senaryoları üreten muhalefet cephesinin de biraz komik duruma düştüğünü düşünüyorum.
Günlük fiyat hareketleri dışında, borsadaki genel eğilim ve "hava" ise dikkate alınması gereken bir gösterge. Bir ölçüde iş alemindeki eğilimleri ve beklentileri yansıtan bu göstergeye baktığımızda, Refah - Yol hükümetinin dağılması olasılığının borsada olumsuz bir gelişme olarak algılandığını görüyoruz.
Bu noktada şu soruyu sormak lazım: birçok bakımdan ipliği pazara çıkmış olan bu hükümetin bozulması neden olumsuz bir gelişme olarak değerlendiriliyor borsada?
Cevabın bir bölümü Refah - Yol'un "başarısı" ile ilgili. Basit önlemlerle ve iddialı bir söylemle piyasalarda geçici bir iyimserlik havası estirmeyi başaran Refah - Yol hükümetinin borsanın tarihi çıkışlarından birine ortam hazırladığı, "güzel anılar" ve "büyük hayaller" yarattığı bir gerçek.
Cevabın ikinci bölümü Refah - Yol'a seçenek oluşturabilecek olanların başarısızlığı ile ilgili. Refah - Yol'un dağılması halinde ne olacağı, nasıl bir hükümet kurulacağı, bu hükümetin neler yapacağı konusunda tam bir belirsizlik hatta bir ölçüde umutsuzluk var. İşte bu yüzden ipliği pazara çıkmış, yönetme gücü kalmamış Refah - Yol'un sona ermesi olasılığı borsada
olumsuz bir hava estirebiliyor.

Ekonomi basınının "borsa uzmanı" Abdurrahman Yıldırım, Yeni Yüzyıl'daki sütununda, 1985 - 96 döneminde enflasyonun, doların, markın ve İMKB endeksinin kaç kat arttığını gösteren bir tablo yayınladı. O tablodaki verilerden yararlanarak hazırladığımız grafik borsa endeksindeki onbir yıllık tırmanışın dövizlerdeki ve enflasyondaki tırmanışın çok üzerinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu arada borsa endeksinin 1996'da çok büyük bir yeni sıçrama yaptığını gösteriyor. Bu veriler geleceğe ışık tutma açısından ne kadar anlamlı bilmiyorum ama borsanın son yıllardaki performansı diğer yatırım araçlarını kıskandıracak nitelikte.

Rusya'da geçtiğimiz hafta düzenlenen büyük işçi eylemine ülke çapında 20 milyon kişinin katılması beklenirken katılımın değişik tahminlere göre 2 - 4 milyon arasında kalması, "Rusların ekonomik durumu acaba o kadar da kötü değil mi?", sorusunu akla getirdi. Bu arada İngiliz pazar araştırma şirketi RMRC tarafından Moskova'da yapılan bir araştırma, Rusların bazı yönlerden Portekizlilerden ya da Yunanlılardan daha iyi durumda sayılabileceğini, giderlerin düşük olması nedeniyle birçok Rus'un Batılılardan daha çok harcanabilecek geliri olduğunu ortaya koyuyor.
Inside Russia adlı araştırma Rusları tüketici olarak aşağıdaki kategorilere ayırmış:
Manhattanlılar (zenginler)%3.9
Jön Ruslar (şanslı gençler)%5.7
Beyaz yakalılar ('yuppie'ler)%6.7
Ev adamları (iyi halli orta yaşlılar)%10.0
Patates yetiştiricileri ('dacha'larda
yetişen ürünlere bağımlılar)%26.5
Bunalımlı patates alıcıları
(topraksız yoksullar)%19.2
Kayıp kuşak (kendini arayan
yaşlıca entelijensiya)%12.0
Hareketsiz köylüler (kırsal alanda
kendini besleyen yoksullar)%16.0