Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Ecevit hükümetinin ekonomi alanındaki performansı ile Türkiye ekonomisinin hal ve gidişi konusunda çelişkili değerlendirmeler yapılıyor son haftalarda. Bir yanda hükümete övgüler düzenler, "mucize yarattınız", diyenler var; diğer yanda ise işçinin, çiftçinin, esnafın, halkın durumunun giderek kötüleştiğini ve adeta sefalete sürüklendiğini ileri sürerek bu gidişata dur denmesi gerektiğini savunanlar.
Aslında 1990'ların başından beri pek alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıyayız; hükümetin ekonomideki başarısını alkışlayanlar çoğunlukla Türkiye dışından görüş bildirenler. Uluslararası Para Fonu(IMF), Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası kurumlar ve Moody's gibi finans piyasalarına sinyal veren kuruluşlar Ecevit hükümetinin ekonomideki performansını genelde olumlu değerlendiriyor ve bu başarıyı tamamlamak için yapılması gerekenleri sıralıyorlar.
Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn'un Ecevit hükümetini "dünyanın en hızlı çalışan hükümeti" olarak nitelemesi ve "mucize yarattınız" demesi bu yöndeki değerlendirmelerin en çarpıcı örneklerinden birini oluşturdu. Gazetelere yansıyan haberlere göre Dünya Bankası Başkanı, Türkiye'deki temasları sırasında sosyal adaletin önemini vurgulayarak "yoksulluğa dikkat" mesajını da verdi ama dikkatleri çeken ve tepkilere yol açan sözcüğü "mucize" oldu. Türkiye'de insanlar yoksulluk ve sefalet içinde yaşarken Dünya Bankası Başkanı hangi "mucize"den söz ediyordu?
Bu tür tepkileri gösterenler ve halkın büyük bölümünün ekonomik durumunun hiç de iyiye gitmediğini belirtenler, ömrünü sefalet edebiyatı ve ucuz popülizmle tüketenlerden ibaret olsaydı bu olayın üzerinde bile durmaya değmezdi. Ancak Serdar Turgut, Zülfü Livaneli ve Bülent Tanla gibi görüşlerini izlediğim kimselerin benzer tepkileri dile getirmeleri bu olaya farklı bir nitelik kazandırdı.
Konunun analizini bu yazıya sığdıramayacağım herhalde ama bu çelişkili değerlendirmelerin temelinde, ilk bakışta çelişkili gibi görünen üç olgu yatıyor bence:
* Birincisi, 1998 ortasından itibaren Türkiye ekonomisinin küresel şokların da etkisiyle küçülmekte olması ve bu nedenle halkın önemli bölümünün ekonomik durumunun kötüye gitmesi.
* İkincisi, Türkiye'nin kronik yüksek enflasyondan kurtulmadan ve gerekli yapısal reformları yapmadan sürdürülebilir büyümeyi yakalama ve halkını rahatlatma olanağının kalmaması.
* Üçüncüsü, enflasyonu düşürme ve yapısal reform programının ilk etkilerinin halkı rahatlatma değil, daha da sıkma yönünde olması.
İşte bu çelişkili tablo farklı değerlendirmelere yol açıyor. Konuyu bir başka yazıda sürdüreceğim.


Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr