Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Gözümüz aydın, Ramazan Bayramı tatili Bakanlar Kurulu kararıyla dokuz güne çıkartıldı. Vatan gazetesinin haberine göre bu uzatılmış tatille birlikte Türkiye 2003 yılının 122 gününü, yani yılın üçte birini tatil yaparak geçirmiş olacak. Aynı haberde, Türkiye'de ulusal ve dini bayramlarla birlikte yasal tatil günleri 13.5 gün iken alınan kararlarla bu sürenin bu yıl 18 güne çıkartıldığı belirtiliyor. Benim elimdeki verilere göre yasal genel tatil günü sayısı ülkeden ülkeye değişiyor; örneğin İspanya ve Portekiz'de 14 gün; Almanya'da 13 gün; ABD, Japonya, İtalya, İsveç, Belçika ve Avusturya'da 11 gün, Finlandiya ve Norveç'te 10 gün; İngiltere, İsviçre, İrlanda ve Finlandiya'da 9 gün olarak belirlenmiş bu sayı. Bizim uzatmalarla elde ettiğimiz rakama erişebilen yok.
Yasal tatil günlerinin yanı sıra yıllık zorunlu izinlerle birlikte fiilen kullanılan tatil günlerinin sayısında da önemli farklılıklar var ülkeler arasında. ABD'de bu rakam 12 günde kalırken Fransa'da 25, Almanya'da 30, İtalya'da 35, Finlandiya'da 38 güne kadar çıkıyor. Bir yıl içinde çalışılan saat sayısı da ülkeden ülkeye değişiyor. 1999 - 2002 yıllarının ortalamalarını aldığımızda bu süre Japonya'da 1955 saat, ABD'de 1904 saat, İsviçre'de 1844 saat, İtalya'da 1720 saat, Finlandiya'da 1708 saat, Fransa'da 1605 saat, Batı Almanya'da 1557 saat.

Amerika ve Avrupa
Bir ülkenin işgücü girdisinin belirlenmesinde tatil günleri ve çalışılan saatlerin yanı sıra nüfus artışı ve işgücüne katılma oranları da belirleyici rol oynuyor. Avrupa'ya göre çok daha az tatil yapan ve toplam çalışma süresi özellikle Fransa ve Almanya gibi ülkelere göre % 20 daha fazla olan ABD'de nüfus artışı da daha hızlı; nüfusun işgücüne katılma oranı da Avrupa ortalamasının % 15 üzerinde.
Bir ülkenin yarattığı toplam üretim değeri ise toplam işgücü girdisinin işgücü verimliliğiyle çarpılmasıyla bulunuyor. ABD'de son dönemde elde edilen çarpıcı verimlilik artışlarını hesaba katmazsak, ABD ve Avrupa'nın işgücü verimliliği rakamları birbirine yakın. Ancak ABD'nin toplam işgücü girdisi Avrupa'ya fark attığı için ABD ile Avrupa arasındaki üretim değeri (gelir) farkı ABD'nin lehine açılıyor.
Önümüzdeki yarım yüzyıl için yapılan bir tahmine göre(*) 2050 yılına kadar 50 milyon yeni göçmen kabul etmesi beklenen ABD'nin toplam nüfusu Avrupa'nın toplam nüfusunun 40 milyon üzerinde olacak ve yarattığı toplam üretim değeri de Avrupa'nınkini iki buçuk kere katlayacak. Bu tahmine göre 2000 yılında toplam dünya üretiminin (küresel gayri safi hasılanın) % 23'ünü gerçekleştiren ABD'nin payı 2050'de % 26'ya yükselirken aynı dönemde Avrupa'nın payı % 18'den % 10'a düşecek.

Toplumun tercihi
Bu tahminler kuşkusuz tartışılabilir. Ancak bir ülkenin kalkınma performansı ve gelir düzeyiyle üretime katabildiği insan gücü arasında doğrusal bir ilişki olduğu ortada. Daha çok insanın daha az tatil yaparak daha çok çalışmaya hazır olduğu ülkeler, verimlilik düzeyini de tutturmuşlarsa kalkınma yarışında öne çıkıyorlar. Daha fazla tatil yapmayı ve daha az çalışmayı tercih edenler ise, verimlilik düzeyini tuttursalar bile, bu yarışta geri kalma riskiyle karşı karşıya bulunuyorlar.
Bu aslında kimsenin karşı çıkamayacağı bir toplumsal tercih. Çoğu Avrupalı gibi, 20 bin doların üzerinde bir ortalama gelir düzeyini yakalamış insanların tercihlerini daha az çalışma, daha keyifli yaşama yönünde kullanmaları anlaşılabilir bir şey. Benzer bir tercihin Türkiye'nin durumundaki ve gelir düzeyindeki bir ülkede yapılması ise farklı bir sonuç ortaya çıkartıyor. Nüfusun işgücüne katılma oranının ve verimlilik düzeyinin Avrupa'nın çok gerisinde kaldığı ülkemizde bir de tatil rekortmeni olmaya kalktığımızda kalkınma yarışında öne çıkma şansını tümüyle yitirmiş oluyoruz. Bu da bir toplumsal tercih belki de.
(*) Cristopher Smallwood, "People power rings changes", The Sunday Times, 10.8.2003.