IMF ile yeni bir programa başlanmış olması kendi içinde bir güvence kuşkusuz ama Avrupa'da ve AB ile ilişkilerde yaşanabilecek gelişmeler, Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyebilir. Dış basında, AB'deki olası gelişmelerden olumsuz etkilenecek ülkeler arasında birinci sıranın hep Türkiye'ye verilmesi dikkati çekiyor. Fransa'daki referandumda beklendiği gibi 'hayır'ın kazanması halinde değer kaybedecek paralar arasında da önce YTL sayılıyor. Mali piyasalara yön verenler siyasi gelişmeleri çoğu kez sığ bir analizle değerlendirip spekülatif sonuçlara sıçrayabiliyor ve buna göre bir hisseyi, bonoyu yada ülkeyi satma eğilimine girebiliyor. Bu nedenle önümüzdeki dönemde çok dikkatli olmamız ve gelişmeleri yakından izlememiz gerekiyor. Ekonomiden sorumlu bakan olarak ağır bir yükü sırtlamış bulunan Ali Babacan'ın aynı zamanda 'AB Başmüzakerecisi' olacağının açıklanması beni biraz kaygılandırdı açıkçası. AB'nin labirentlerinde yolunu bulma deneyimi fazla olmayan Babacan'ın yeni görevinde zorlanması olasılığı bir yana, Türkiye ekonomisinin uzaktan kumandayla idare edilecek noktaya geldiğini söylemek de olanaksız. Tam tersine 2005 yılı, ekonomide acil müdahale gerektiren, beklenmedik çalkantıların gündeme geleceği bir yıl olabilir. Dünyanın merkezi Asya'ya kayarken ASYA KÖKENLİ olduğu halde yaşamının büyük bölümünü Avrupa'da geçirdikten sonra halen Türkiye'de çalışmakta olan fon yöneticisi dostum, Körfez ülkelerine yaptığı iki haftalık iş gezisi sonrasında aradı, heyecanlı bir sesle "Gel, anlatacaklarım var", dedi. Körfez ülkelerinden Türkiye'ye gelebilecek paranın boyutları heyecanlandırmıştı onu. ANCAK onun ötesinde, bu gezi sırasında farkına vardığı bazı gerçekler fazlasıyla ilgisini çekmiş ve heyecanını artırmıştı. Petrol fiyatlarının patlamasıyla servetlerine servet katan Arap zenginleri, Amerika'yı artık güvenli bulmadıkları için yeni arayışlar içindeydi. Muazzam miktarda paranın gidecek yer aradığı bu ortamda Körfez ülkelerinin finans merkezleri farklı bir önem kazanmıştı. KÖRFEZ ÜLKELERİNDE faaliyet gösteren finans kurumlarının üst düzey yöneticileriyle tanışan dostum onlardan topladığı kartivizitleri koydu önüme. Kartvizitlerdeki isimlere bakınca ne anlatmak istediğini anladım. Kartvizitlerdeki isimlerin, biri hariç hepsi Hintlilere aitti. Arap zenginlerinin parasını Hindistan'dan gelen fon yöneticileri ve finans uzmanları yönetiyordu. Türkiye ne yapmalı? 'Bu gidişle dünyanın kaderini Asyalılar belirleyecek galiba' diye takıldım Asya kökenli dostuma. Dünya imalat sanayiinin hemen her sektöründe söz sahibi haline gelen Çin, bugün pek çok temel maddenin en önemli tüketicisi olarak dünya fiyatlarını etkiliyor. Dünyanın en hızlı gelişen yazılım merkezlerinden biri olarak adını duyuran Hindistan şimdi bilgisayar donanımında da başa oynamanın hazırlığı içinde. Ayrıca yabancı sermaye ve teknoloji çekmek için yeni düzenlemeler yapıyor, geniş tabanlı bir atılıma hazırlanıyor Hindistan. Nitelikli eleman yetiştirme konusunda da iddialı olan Hindistan'dan çıkan uzmanlar, bilgisayar alanının dışında, yüz milyarlarca dolara yön veren finans kuruluşlarındaki kilit pozisyonları da ele geçiriyor. Hızlı kalkınmada aşama yapmış bir başka Asya ülkesi olan Güney Kore'de bilim adamları kök hücre alanındaki atılımlarıyla adlarını dünyaya duyuruyor.Asya'da bu gelişmeler yaşanırken Almanya, Fransa ve İtalya gibi Avrupa'nın merkez ülkeleri, dünyadaki dönüşüme ayak uyduramamanın bunalımlarını yaşıyor. Küresel rekabet karşısında bocalayan yaşlı Avrupa, sahip olduğu değerleri ve ayrıcalıkları korumanın savaşını verirken ekonomik gerçekleri göz ardı edebileceğini hayal ediyor ve 'eski güzel günler'i arıyor. Dünyanın tek süpergücü olduğunu kanıtlama iddiasındaki ABD ise Irak bataklığına saplanmış durumda, birbirini izleyen işkence ve yolsuzluk skandallarıyla dünyanın gözünde itibar kaybetmeye devam ediyor. ABD ekonomisi Asya merkez bankalarının sağladığı fonlar sayesinde büyümeye devam edebiliyor. Tüm bu gelişmeler, 'Batı'nın dünyanın belirleyici merkezi olma ayrıcalığını kaybetme sürecinin başında bulunduğumuzu düşündürüyor. Demografik gelişmeleri de hesaba kattığımızda, dünyanın yeni merkezinin Asya'da olacağını düşünmek pek zor değil. Öyle birkaç yılda tamamlanacak bir süreçten söz etmiyoruz kuşkusuz ama böyle bir sürecin başlangıcında olduğumuzu düşündüren gelişmeler birbirini izliyor. 'ASYA ÇAĞI' MI? Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme hedefine odaklanmış görünen Türkiye'nin de bu noktada kendi geleceğini çok seçenekli olarak düşünmeye başlamasında yarar var herhalde. 200 yıllık 'Batılılaşma', 40 küsur yıllık Avrupa ile bütünleşme çabalarımız ve AB'nin bugüne dek başarılı görünen genişleme süreci bizi, doğal bir seçenek olarak AB'ye yöneltti. Ancak AB'nin kendi geleceğinin çok boyutlu biçimde tartışma gündemine geldiği ve Türkiye'nin AB üyeliğinin de bu tartışmanın göbeğine oturduğu bir ortamda, bizim de entelektüel tembelliği bırakıp, dünyadaki değişimin ve kaymanın bizim için ne anlama gelebileceğini düşünmemiz gerekiyor galiba. TÜRKİYE NE YAPSIN? Uluslararası bir uzmanlar grubunun Shell şirketi için geliştirdiği 2025 senaryoları, SGP'ye (Satınalma Gücü Paritesi) göre yapılan hesaplamayla Çin'in 20 yıl sonra, ABD'yi de açık farkla geçerek dünyanın en büyük ekonomisi haline geleceğini; Hindistan'ın ekonomik büyüklüğünün de, çok yavaş büyüyecek olan euro bölgesinin toplam büyüklüğüne yaklaşacağını ortaya koyuyor. Senaryosu gerçekleşirse bundan kazançlı olan gene Çin olacak. 2025'te en büyük Çin oulagay@milliyet.com.tr