Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Amerika'yı canevinden vuran korkunç saldırıların gerçekleştiği 11 eylül sabahı ABD Hazine Bakanı Paul O'Neill Japonya'da, herkesin güven unsuru olarak gördüğü Federal Rezerv Bankası(FED) Başkanı Alan Greenspan ise İsviçre'de idi. O günün kaotik ortamında her ikisinin de devreye girmesi ve duruma el koyması olanaksız gibiydi. Piyasalarda anormal bir likidite talebinin doğması ise kaçınılmaz görünüyordu.
O sabah görevi başında olan FED'in 49 yaşındaki Başkan Yardımcısı Roger Ferguson inisiyatif kullanarak ipleri elini aldı ve iki cümlelik bir açıklamayla piyasaları rahatlattı. Başkan Bush'un akibetinin bilinmediği ve Washington'da pek çok mercinin tam bir şaşkınlık içinde olduğu saatlerde yapılan bu basit açıklamada şöyle deniyordu: "Federal Reverv Sistemi görevi başındadır. Reeskont penceresi likidite taleplerini karşılamaya hazırdır." Bu açıklama sonrasında FED birkaç gün içinde piyasalara 100 milyar dolar dolayında bir likidite pompaladı ve diğer ülkelerin merkez bankalarının da devreye girmesiyle mali sistemde çöküşlerin yaşanması önlendi.
Bu olay beni ister istemez bizim "kasım krizi"ne götürdü. Banka sisteminin bir likidite krizine gittiğinin ilk belirtileri görüldüğünde, hükümetten ya da bürokrasiden birileri inisiyatif alıp, IMF'nin itirazlarına karşın sisteme gerekli likiditeyi verseydi acaba kasım ve şubat krizlerini bu biçimde yaşar ve bugün bu noktalara gelir miydik? Banka sistemindeki zaafiyeti zamana yayarak aşmanın bir yolunu bulamaz mıydık? Yaptığımızın haklılığını daha sonra IMF'ye anlatamaz mıydık?
Bunlar kuşkusuz spekülatif sorular ama ABD'de ve Türkiye'de yaşanan bu iki örnekten çıkartılabilecek önemli bir ders var gibi geliyor bana. Bir ülkede ya da ekonomide olağan dışı durumlar, kriz halleri ortaya çıktığında hızla duruma hakim olmak ve gerekiyorsa olağan dışı yöntemlere başvurmak gerekebiliyor. Bunun yapılabilmesi için ise görev başında olan hükümetin kendi bürokrat kadrolarına güven aşılamış olması ve piyasaların da ekonomi yönetiminin kararlarına güvenmesi gerekiyor. Bu koşulların geçerli olduğu ortamda FED'in Başkan Yardımcısı Ferguson gibi, 11 eylüle dek çoğu kimsenin adını bile bilmediği bir kamu görevlisi 100 milyar dolarlık bir parasal genişlemenin startını verebiliyor ve onun bu kararı olası bir mali çöküşü önleyebiliyor.
Türkiye halen ağırlaşan dünya koşullarında derinleşerek sürmekte olan bir ekonomik krizin içinde ve bu krizi yönetmek için gerekli olan güven hala sağlanabilmiş değil. "Derviş aşısı"nın bunu sağlamaya yetmeyeceği de artık ortada. TÜSİAD'ın "bizi yöneten var mı?" sorusunu ve iş aleminin son yakınmalarını bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekiyor galiba.