Yaz sıcakları çok fena bastırdı, ben de bu hafta sıcağın ve alkölün karaciğer üzerindeki olumsuz etkileri konusunda mı ahkam kessem acaba? Ne de olsa rahmetli amcam (Prof. İlhan Ulagay) tanınmış bir karaciğer uzmanıydı ve yıllar önce bu konuda konuştuğunu duymuştum bir kez. Halen hayatta olan eşi, yani yengem Tuba Ulagay ise ünlü akıl hastalıkları uzmanı Mazhar Osman beyin kızı ve ben kısa pantolonlu çocukken babamın beni Mazhar Osman beyin elini öpmeye götürdüğünü hatırlıyorum. Demek ki ihtihar konusunda da "uzmanca" bir analiz yapabilirim. Dayılarımdan biri ise teorik fizikçi (Prof. Fikret Kortel) olduğu için yıllar önce ondan duyduğum kulaktan dolma bilgilerle kuantum fiziğindeki son gelişmeler hakkında da bilgiçlik taslayabilirim her halde. Sivrisinekler ya da deprem kuşakları hakkında hiç bir özel bilgiye ve birikime sahip değilim ama icap ederse o konularda da halkımızı aydınlatabilirim evelallah.
Ekonominin durumu, borsa vurgunu, IMF ile ilişkiler, konsolidasyon, para kurulu gibi konularda ise değerli medyamızda yer alan fevkalade "uzmanca" yorum ve değerlendirmeleri gördükten sonra bu konularda tüm bildiklerimin yanlış olduğunu anlamış bulunduğum için, bir şey söylememeyi tercih ediyorum. Bu konularda yazıp çizenler o kadar kendilerinden emin bir şekilde kalem oynatabiliyorlar ki bizlere onları okuyup aydınlanmak kalıyor.
"Bakırköy"deki Düşünen Adam
Son haftalarda Türkiye'de yaşananlar ve benim bu yazıya böyle bir girişle başlamam bize bir kez daha "aklını kaçırmış" bir ülkede yaşadığımızı mı hatırlatıyor acaba? Muhakeme, yani akıl yürütme ve derinlemesine düşünme yeteneğini kullanmaktan vazgeçmiş görünenlerin hemen her alanda öne çıktığı bir ülkede Rodin'in ünlü "Düşünen Adam" heykelinin bir kopyasının Bakırköy'deki akıl hastalıkları hastanesinin bahçesine konmuş olması da bir raslantı değil her halde. Siyaset bilimcisi Ayşe Kadıoğlu, "Cumhuriyet İradesi, Demokrasi Muhakemesi" adlı ilginç kitabında, Cumhuriyet Türkiyesinde muhakemenin yerini iradenin aldığını, bir fikri ya da projeyi üzerinde düşünmeden kabul etmenin meziyet sayıldığını belirterek şu saptamayı yapıyor:
"Türkiye'de iradenin muhakeme üzerindeki zaferini simgeleyen en ironik örnek, Auguste Rodin'in Düşünen Adam heykelinin bir kopyası için seçilen mekan olsa gerek. ABD'de kimi üniversitelerin bahçelerine yerleştirilen bu heykel, çıplak bir düşünme anını simgeler ve Rodin her ne kadar kendi döneminin muhafazakarlarından biriyse de, bu heykel elbette ki Aydınlanma süreci ve felsefesi ile yakından ilintilidir. Düşünen Adam'ın Türkiye'de bilinen en popüler kopyası bir akıl hastahanesinin bahçesinde bulunmaktadır. Kanımca bu durum, yapıt açısından bakıldığında çıplak bir düşünme anının ve muhakemenin Türkiye'de pek cesaretlendirilmediğine tipik bir örnek oluşturuyor."
Yüceltilen intihar
Geçen hafta intihar girişiminde bulunan Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay'ın dramı çoğu kimse gibi beni de sarstı. Dürüstlüğü ve saygınlığı konusunda gerçekten övgüye değer bulduğum Sayın Uluğbay'ın hangi baskılar altında tetiği çekmiş olabileceği konusunda herkes gibi benim de kendime göre fikirlerim var. Bir yandan IMF'ye verilen sözleri yerine getirmenin zorluğu ve "memuru, emekliyi IMF'ye sattılar", teranesinin yıpratıcılığı; diğer yandan "borsa vurgunu" iddiaları çok duyarlı bir insan olan Sayın Uluğbay'ı bu noktaya getirmiş olabilir diye düşünüyorum.
Ancak bunların ötesinde ilginç olan, Sayın Uluğbay'ın intihar girişiminin hemen herkes tarafından "haysiyetli, onurlu, gurur verici" bir davranış olarak algılanması ve neredeyse alkışlanmasıydı. Ekonomiden sorumlu devlet bakanının, bilinen bir özel sorunu yokken, muhtemelen göreviyle ilgili sorunlar ve baskılar nedeniyle ihtihar girişiminde bulunmasının böylesine bir onayla karşılanması acaba neyi gösteriyor? Ekonominin çıkmazları ilgili bakanı ihtihara sürükleyecek kadar ağır olduğu için mi böyle karşılandı bu intihar girişimi? Bu konumdaki bir politikacının haysiyetli, onurlu, şerefli olduğunu kanıtlaması için ihtihar etmekten başka seçeneği olmadığı düşünüldüğü için mi onay gördü Sayın Uluğbay'ın davranışı? Yoksa bir siyasetçinin haysiyetli ve onurlu davranmasına duyulan özlemin büyüklüğü mu yol açtı bu davranış biçimine?
Şimdi böyle bir olayın yaşandığı bir ülkede ekonominin ve toplumun sağlıklı bir noktada bulunduğunu söylemek mümkün mü acaba?
Medya komedya
Aslında Türkiye ekonomisini izleyen ve muhakeme yeteneğini kullanan birinin, ekonominin çok ciddi bir çıkmaza doğru gittiğini en geç geçen yılın ikinci yarısında görmesi gerekirdi. Ne var ki bu tür uyarılar değil, "bize bir şey olmaz", diyenlerin palavraları manşete değer bulundu medyamızda. Saygıdeğer medyamızın son haftalardaki hali ise, her gazetede işini gerektiği gibi yapan arkadaşlarımız üzerlerine alınmasınlar ama, "evlere şenlik"ti. "Dolarlar geliyor", yaygarasına "borsa vurgunu" tevatürü eklendi, sorumsuzca yapılan suçlamalar manşetlere çekildi, akılalmaz rakamlar havalarda uçtu ve bütün bunlara yer veren gazetelerde birileri çıkıp da, "yahu bu işin aslı esası nedir, elinizde kanıt var mı?", diye sormadı.
Bu karambolda IMF heyeti başkanı Cottarelli'nin sarfettiği "mali konsolidasyon" sözcüğünün ne anlama geldiğinin anlaşılması neredeyse bir hafta sürdü. "Borsa vurgunu" iddiaları ayyuka çıkarken borsada at oynatan bir - iki büyük oyuncunun kamu kağıdı piyasasındaki işlemleri büyük ölçüde gözardı edildi. IMF'ye verilen sözlerin yerine getirilmesinin zorluğu ise Sayın Uluğbay'ın intihar girişimiyle kafalara dank etmeye başladı.
Aklımızı ve muhakeme yeteneğinimizi kullanmadan, şu ya da bu iddianın peşine takılarak ahkam kesmeye devam edersek daha çok manipüle eden çıkar bizi. Türkiye de çıkmazları içinde bocalarken ihtihar eden duyarlı bakanına övgüler yağdırmakla kalır.
Ekonomide sıcak yaza mı girdik?
Ekonomi jargonunda "sıcak" deyimi daha çok ekonomik aktivitenin hızlı olduğu ortamlarda, ekonominin canlı olduğunu anlatmak için kullanılır. Türkiye ekonomisinin bu anlamda "sıcak" bir yaz geçireceğini söylemek zor. Nisan kıpırdaması sonrasında piyasalarda gözlenen isteksizlik mayıs ayı sınai üretim rakamlarına da yansıdı, imalat sanayii üretiminde % 5'i aşan bir gerileme gözlendi. Bu ortamda yatırımlarda bir canlanma beklemek de olanaksız.
İmalat sanayiinde "soğuk" havanın sürdüğü izlenimi yaygın ama bunun fiyatlara yansıması sınırlı kalıyor, hatta kamu imalat kesimi fiyatlarında "ısınma" işaretleri var. Ertelenen KİT zamlarının devreye girmesi sonrasında haziran ayında kamu imalat sanayiinde % 7'lik fiyat artışı yaşanırken özel imalat sanayiindeki artış da % 3.6 olmuş.
İhracat cephesinde de hava "soğuk" görünüyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi(TİM)in son açıklamasına göre haziran ayı ihracatında geçen yıla göre % 8.3'lük ciddi bir düşüş var ve düşüşün süreceği beklentisi hakim. Turizmde yaz sıcağında yaşanan "soğuk"luğu görmek için tatil yörelerinde bir gün geçirmek bile yetiyor.
Bu durumda fiyatlar dışında "sıcak" konu faizler olabilir. Kamu kağıdı faizleri ekonomideki gelişmelere ve beklentilere göre iniş - çıkışlar gösteriyor.
Ekonomide yazın "sıcak" geçme olasılığını artıran gelişmeleri ise rakamlarda değil tavırlarda aramak gerekiyor. Memurun, işçinin ve diğer toplum kesimlerinin, IMF'ye verdiği sözlere sadık kalmaya çalışan hükümete göstereceği tepkiler sonuçta farklı anlamda "sıcak" bir yaz yaşamamıza neden olabilir.
IMF heyeti başkanı Cottarelli'nin haziran ortasındaki beyanları hazine faizini % 112'lere tırmandırdı. Haziran onunda yaygınlaşan para kurulu ve devalüasyon tevatürü faizleri yeniden % 113'lere tırmandırdı. Sonra "dolarlar geliyor" yaygarasıyla % 103'e doğru düşen faizler IMF heyeti giderken yapılan açıklamayla yeniden yükselişe geçti.
Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr