İYİ Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Meral Akşener’in son dönemde en fazla tekrar ettiği vaatlerden birisi de TRT’yi özelleştirmek.
Bir siyasetçi için talihsiz bir seçim vaadi bu.
‘Niye?’ diyeceksiniz anlatayım: Şu anda Rusya’da devam eden Dünya Kupası’nı ekrana getirmenin maliyetinin 15 milyon dolardan daha az olduğunu zannetmiyorum.
Rakam size abartalı gelmesin, FIFA’nın 2010 Dünya Kupası yayın geliri toplamı 2 milyar 300 milyon dolar.
Haydi futbol bir şekilde reyting ve dolayısıyla reklam alıyor.
Dünya Atletizm Şampiyonası, o çocukluk yıllarından beri başından kalkamadığımız buz pateni şampiyonaları ve Viyana’daki yeni yıl konseri gibi bir sürü etkinlik reklam almasa da, TRT kamu yayını yaptığı için ekrana gelebiliyor.
Kaldırılması büyük hata olan kültür ve sanat kanalı TRT 2, kamu yayıncılığı olmasa yakın bir gelecekte tekrar yayına başlayamaz.
Hem İtalya’nın hem de dünyanın en meşhurlarından birisidir Kapri Adası. Napoli’den deniz otobüsüyle 45 dakikada varırsınız Kapri’ye... İskelenin hemen yanında turistleri bekleyen taksiler vardır, hepsinin üzeri açıktır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin faytonları kaldırıp, yerine koyacağı araçları görünce geldi Kapri aklıma... Atların yaşadığı eziyet ve faytonları kaldırma kararını anlarım da, yerine 12 kişilik toplu taşıma aracı koymak nasıl bir kafa acaba?
Arkadaş, fayton toplu taşıma aracı değil ki, bu resmini gördüğümüz şey alternatifi olsun. Bunu sefere koy ama Ada turu yapmak isteyen insanlar içinde dört kişilik golf arabası tarzı araçları da hizmete al. Sonra neden her tarafı kapalı bir araç seçilmiş ki?
Ada dediğimiz zaten yaz mevsiminde hareketli olan bir yer, kış nüfusu, ada başına 100’lerle ifade ediliyor.
O zaman üzeri açık ya da camları olmayan bir araç seçersin ki, insanlar ada kokusunu içlerine çekebilsinler, değil mi?
Bu seçim gösteriyor ki, ada ruhunu ve adada dolaşmanın ne olduğunu hiç anlamamış karar vericiler.
DEMET AKALIN, SAHNEDE EŞOFMAN VE MEDYA
Beyaz Türk seçmen,
- PKK’nın terör örgütü olduğunu bilir, HDP’li bazı yöneticilerin PKK için kurduğu övgü dolu cümleleri de hatırlar. Buna rağmen, “HDP barajı geçerse AK Parti’nin milletvekili sayısı daha az olacak” bilgisinden etkilenir. O yüzden de parlamento seçimlerinde oyunu gelmesini istediğine göre değil, gitmesini istediğine bakarak kullanır.
- 37 aydının yakıldığı Sivas Katliamı’nı unutmaz, dönemin Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nu da olan bitenden sorumlu tutar hala. Ama şimdi hem Karamollaoğlu’nu da savunmak hem de Sivas’ta yakılan şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok’un yer bulamadığı CHP listesinde adı yazan 5 Saadet Partisi kökenli adayı içine sindirmek zorundadır.
- Ekmeleddin İhsanoğlu örneğinde olduğu gibi sağdan gelme adaylara oy vermeyi içine sindiremez aslında. Buna rağmen Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Mehmet Bekaroğlu gibi isimlerin adlarının CHP ile anıldığı ya da partinin adayı olduğu dönemlerde, “Belki bu kez Erdoğan’dan kurtulmamıza vesile olur” diye içine sinmese de oy verir, isimler üzerindeki tartışmalara temkinli yaklaşır.
- Aş ya da iş derdi yaşamaz ama halkın dilinden konuşmayı bilen, iddia sahibi birinin kendi adına konuşmasını ister.
Bir bayram sabahına dair yazmak zor...
Zira bir yanda bayram coşkusu dediğimiz bir duygu var ama diğer yanda da geçmiş bayramlar, özellikle tüm ailenin toplandığı büyük kahvaltı sofraları yok artık. Başlıktaki ‘unutma beni dolması’ da kaybettiğimiz İstanbul geleneklerinden birini simgeliyor.
18’inci yüzyıldan itibaren meyhane sahipleri, arife akşamları önemli müşterilerinin evlerine bu dolmayı yollarmış. Bazen uskumru bazen de midye dolması olurmuş gönderilen. Ne olduğu fark etmez, önemli bir hatırlatma için verilen uğraş...
Bırakın ticari işletmeleri, en yakınlarımıza bile özel telefon açmıyor ya da ayrı ayrı mesaj yazma zahmetine katlanmıyoruz artık.
Sinirli ya da şaşkın haldeki insanlar için ‘afyonu patlamamış’ tanımlamasını kullanırız ya, o da eski bir Ramazan cümlesidir İstanbul’un.
Tiryakilerin, afyonu macun yapıp, farklı kalınlıklarda kağıtlara sarıp, sahur vakti yutması ve onların midede eriyip, kana karışıncaya kadar geçen zamanda gösterdikleri davranışlardan doğmuştur bu deyim.
Ramazan, sadece mahyalarla yaşatılacak bir gelenek değildir aslında. Son yıllarda, özellikle eski eğlenceleri canlandırma çabası var ama sadece kurumların organizasyonlarıyla olmaz bu iş.
İzmir’de yaşanan bir olayı anlatacağım size, olay demek yetmez, baştan sona bir utanç tablosu bu aslında.
Bir aile, altı yaşındaki kızlarına, üvey dedesi tarafından cinsel saldırıda bulunulduğu iddiasıyla polise başvurdu.
Soruşturma başlatıldı, küçük kız, Çocuk İzlem Merkezi’ne götürüldü ve ifadesi alındı.
İfadenin ardından üvey dede tutuklandı ve yargılanmaya başlandı.
Normalde bu tür suçlarda mahkemeler, Çocuk İzlem Merkezi’nde ses ve görüntü kaydı alınan ifadelerle karar verirler.
Bu kez mahkeme altı yaşındaki mağduru dinlemeyi tercih etti.
Burası çok önemli, zira Çocuk İzlem Merkezi dediğimiz şey, çocukların ek bir travma yaşamadan ifadesinin alındığı yerdir. Odaya görevliden başka kimse giremez.
Savcılar bile, sorgulamayı aynalı bir camın arkasından izler, varsa sorularını kulaklık yarımıyla içerideki uzmana iletirler. Çocuklar yaşadıkları cinsel saldırıyı kendi bedenleri üzerinden değil, odada bulunan bir oyuncak bebek üzerinden anlatırlar.
Soru basit ve tek: Terörle mücadele eden, şehitler veren, bir ülkede bedelli askerlik çıkarılabilir mi?
İlk bedelli askerlik ilk 1987’de çıkarıldı. Ardından 1992, 1999, 2011 ve 2014 yılında da bedelli askerlik uygulamasına gidildi.
Terör örgütü PKK’nın ilk silahlı eylemi Ağustos 1984’te, örgütün militan sayısı açısından en güçlü olduğu dönem 1991-1994 yılları arası.
Yani çıkarılan bütün bedelli askerlik kararları terörle mücadele dönemine denk gelen kararlar.
Üstelik o dönemlerde profesyonel askerlik uygulaması yoktu.
Bu önemli zira Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatında profesyonel askerlerini kullandı, silah altındaki normal yükümlüler o operasyonlarda destek birlikleri olarak görev yaptı.
Diyelim ki bugün tüm tecilli olanlar askere gitmeye karar verdi.
Katar Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı demiş ki, “Havayolu şirketlerini sadece erkekler yönetebilir.”
Sonra açıklama yaptı, “Tam olarak öyle demek istemedim” falan diye ama tartışma güzel devam edelim:
- ‘Ucuz uçak yolculuğu’ denilince, akla ilk gelen markayı tam yedi sene boyunca bir kadın yönetti. O kadar başarılı oldu ki, yaklaşık 10 ay önce İngiltere’nin televizyon devi ITV şirketinin başına geçti.
- Savunma ve havacılık sektörünün en önemli firmalarından birinin CEO’su da bir kadın. O firma, bizim kullandığımız F-16 savaş uçaklarının üretiminde de yer aldı. Onun en büyük rakibi, bir diğer ABD merkezli global savunma sanayifirmasını da bir kadın yönetiyor. O şirket de şu an F-35 yeni nesil savaş uçaklarının üretimini yapıyor.
- Dünyanın en zor sektörü aslında enerji sektörüdür. ABD’nin en büyük
gaz ve elektrik şirketinin, Endonezya’nın agresif büyümesiyle dikkat çeken devlete ait gaz ve petrol şirketinin başında da kadın CEO’lar görev yapıyor. Hindistan Petrol Şirketi’nin başında da bir kadın var.
- Global bir asitli içecek devini, sağlıklı ürünler pazarlamak üzere dönüştüren, tüm coğrafyalarda, farklı rekabet koşullarında gemisini yüzdüren CEO da bir kadın.
Heykelini gördüğünüz adam, İstanbul’un kurucusu olarak bilinen Doğu Roma İmparatoru Konstantin.
Roma’daki bir müzede sergilenen bu heykel, şimdi Avrupa sanat dünyasında tekrar konuşulmaya başlandı.
Zira Roma’daki bir müzede sergilenen antik bronz heykelin 38 santim uzunluğundaki kayıp parmağının Paris’teki Louvre Müzesi’nde olduğu ortaya çıktı. Böyle yazınca çok çarpıcı gelmiyor insana. 1584 yılında koptuğu düşünülen parmağın, 1863 yılından beri Louvre Müzesi’nde olup da yeni fark edilmesi nereden baksanız çok ilginç geldi bana. Şimdi heykelle, parmak birlikte sergilenecek heyecanıyla yazılıyor bu haber, Avrupa gazetelerinin sanat sayfalarında... Bizim memlekette, restore edilen tarihi eserlerin komik halleri dışında, bu tür haberlere rastlamanın pek imkanı olmuyor maalesef. O yüzden İstanbul’u kuran adamın parmağından haberdar etmek istedim sizi...
Dışkı fiyatına bak sen!
Endonezya’da, kahve çekirdeği taşıyan meyveyle beslenen Misk kedisinin, dışkısından toplanan çekirdekle yapılan Kopi Luwak kahvesinin kilosu 660 dolara satılıyor. İddia o ki, hayvanın bağırsağından sindirilmeden geçerken fermente olan bu çekirdekler, kavrulunca tatlımsı bir tat kazanıyor.
Durun, dışkıdan elde edilen