Her anne ve baba kendisinden sonra çocuğunun maddi olarak güvende olmasını ister. Peki altın oranı nedir bu işin? Aralıksız çalışmak ve iş odaklı bir hayat sürmek, çocuğa ayrılan zamanın daralması demektir. O zamanın bıraktığı eksiklikleri de para telafi edemez.
Bergüzar Korel’in, ‘Vatanım Sensin’ dizisindeki çalışma saatlerinin azaltılmasını istediğini öğrendik. Oğulları Ali’yle daha fazla zaman geçirmek adına dile getirilen bir talep bu. Hiç şaşırmadım zira, İstinye Park’ta Halit Ergenç ve oğullarına rastladığım zamanlar oldu. Ünlü anne-baba bir kafede otururken, çocuk bakıcıyla zaman geçirmiyor o ailede.
Aksine bir sürü çocuğun oyun oynadığı alanda diğer babalarla birlikte bekliyor Ergenç. İşten, şöhretten arta kalan zamanı evlatlarına ayırmak yerine, onun için şartları zorlayan, evlattan kalan zamanı işe ayırmaya çalışan bir aile var karşımızda. Saygı duymamak mümkün değil...
Skandalsız da marka olunur
Marka Konferansı, bu sene 18’inci yaşını kutluyor. Bizim ülkemizde ‘marka isim’ olma meselesi nedense hep yanlış anlaşılır. Adları hep skandallarla anılanlar, bazı medya figürleri, bir ünlünün akrabası, eşi ya da geçmişteki eşi olup da adı sık sık medyada yer alanlar marka isim
Reza Zarrab savcılıkla anlaştı mı?
Davaya bakan New York Güney Bölgesi Savcılığı kafa karıştıran iki açıklama yaptı. Savcılık Sözcüsü, haber sitesi Daily Beast’e “Sadece Zarrab’ın federal gözaltında olduğunu söyleyebilirim” dedi. Savcılıktan ABD Dışişleri’ne bağlı Amerika’nın Sesi’ne yapılan açıklamadaysa “Zarrab hâla federal bir tutuklu” ifadesi kullanıldı. Federal gözaltı sözü hapishane dışında bir yerde tutulan sanıklar için kullanılan bir tanımlama.
Reza Zarrab ne zamandan beri kayıp?
10 ya da 11 Kasım’dan beri Brooklyn Federal Tutukevi’ndeki hücresinde değil. Bu tarihten önce cezaevinde olduğu kesin, zira kendi müvekkillerini ziyarete giden bir Türk avukatla görüş sırasında karşılaştığı ve 40 dakika kadar sohbet ettiği biliniyor.
Zarrab nerede olabilir?
Birinci şık, iddia edildiği gibi salata sırasında başka bir tutukluyla tartıştığı için hücreye alındı. Sadece Zarrab değil, tartıştığı diğer tutuklu da koğuşundan alındığı için böyle bir ihtimal var. İkinci şık, böyle bir görüntüyle Zarrab’ın dışarıya çıkarılmış olma ihtimali. Zarrab ile aynı blokta kalan diğer Türk tutuklular, o gece Zarrab’ın eşyalarının da alınıp, odasının boşaltıldığını söylüyorlar.
Zarrab’ın ortalıkta olmaması
1975 senesinde, Kalamış’ta bir evde, altı yaşındaki çocuk anneannesine şu soruyu sordu:
“Sen paket kağıtlarını ve ipleri bir daha kullanalım diye saklıyorsun, kapıcımız öyle yapmıyor. Biz onlardan fakir miyiz?”
“Hayır oğlum değiliz ama ülkemiz müsriflik yapacak kadar zengin bir yer değil.”
Bu sözü söyleyen Sabriye Hanım, 1936’da öğretmenliğe başladı, 1969’da torunu doğuncaya kadar çalıştı.
Emekli oldu ama öğretmenliği son nefesine kadar sürdü.
Hep haber kanallarını seyretti, 92 yaşında vefat edinceye kadar her gün gazetesini ve köşe yazarlarını okudu.
Dizlerindeki kıkırdak erimesi nedeniyle namazını sandalyede oturarak kılması için yeminler verdi torunu, öyle ikna oldu.
Her 10 Kasım’da dizleri ne kadar ağrırsa ağrısın saat 9’u 5 geçe saygı duruşunda bulundu, sonra Kasım 2009’da, ayın 10’u olmadan vefat etti.
Bir defile düşünün ki, dünya genelinde tam 190 ülkede televizyonda yayınlanıyor. Tüm mankenlerin rüyalarını süsleyen, kariyerleri için son derece önemli olan bir iş bu.
Geleneksel Victoria’s Secret defilesinden söz ediyorum. Gigi Hadid, geçtiğimiz sene Paris’te estirdiği rüzgarın aynısını bu sene Şanghay’da estirmeyi umuyordu ama olmadı. Şubat ayında Buda şeklindeki kurabiye şakası, ırkçılıkla suçlanmasına neden oldu ve Çin’e girişi yasaklandı. Ünlü şarkıcı Katy Perry de mankenlerle podyuma çıkacaktı ama iki sene önce Taipe’de verdiği konserde, Tayvan bayrağı motifli bir elbise giydiği için onun da Çin’e girişi yasak.
Tüm bunlara rağmen marka organizasyondan vazgeçmedi ve listeye yeni yüzler ekledi. Kapitalizm, kadının metalaştırılması derken, Çin’in böyle bir organizasyona ev sahipliği yapıyor olması bile başlı başına bir çelişki. Dünya böyle bir yer artık. Bu özel geceye davetli olarak katılan ve ‘Pembe Halı’da yürüyen Tülin Şahin de Türkiye adına bir ilki gerçekleştirdi. İşinin gerekliliklerine göre yaşayan bir isim Şahin. Şimdi ektiğini biçiyor ve çok konuşulmadan da başarılı olunabileceğinin dersini veriyor herkese.
Parayı ver, diziyi çektir
‘Designated Survivor’ diye bir
2 Ekim 1992 gecesi, NATO’nun Kararlılık Gösterisi tatbikatına katılan gemiler, Saroz Körfezi yakınlarında seyrediyordu.
Tatbikata ara verilen, yeşil saatler denilen, zaman dilimi içerisindeydiler.
Taşıdığı silahların menzili ve hızı nedeniyle oldukça değerli bir savaş gemisi olan Muavenet, sancak tarafında, ABD uçak gemisi Saratoga’yı gördükten kısa bir süre sonra 2 füzeyle vuruldu, gemi komutanı dahil 5 askerimiz şehit oldu, 22 askerimiz de yaralandı. ABD tarafına göre olay elim bir kazaydı, medya da olayı böyle gördü ama açıklanamayan şeyler vardı. Muavenet’i vuran SeaSparrow füzeleri ancak 6 aşamadan geçtikten sonra ateşlenebilen, atıldıktan sonra hedef bilgilerinin radarla canlı tutulması gereken bir sisteme sahip. İddia edildiği gibi bir subayın dikkatsizliği sonucu ateşlenmesi mümkün değil.
“ABD neden savaş gemimizi vursun ki, müttefikimiz değil mi?” kabullenişiyle beraber konu kapandı.
Muavenet vurulduktan 4 gün sonra, Kuzey Irak’ta, Türkiye’nin tanımadığı, Kürt Federe Devleti’nin kurulduğu açıklandı.
Kamuoyunda PKK’ya yardım ettiği gerekçesiyle çok tartışma yaratan Çekiç Güç’ün görev süresi de Aralık 1992’de 6 ay daha uzatıldı. Küresel dizayn dönemlerinde NATO tatbikatlarında
Çarşamba günü, Yunanistan kanallarından birinde rastladığım ‘Ada Sahillerinde Bekliyorum’ şarkısının bir zamanlar Kıbrıslı Türklerle dalga geçmek için söylendiğini yazmıştım.
O öğleden sonra Hıncal (Uluç) Abi aradı, uğruna şarkının yazıldığı Şadiye Hanım’ın hikayesinin bilinmeyenlerini anlattı.
Önce bilinen kısmını yazayım: Şarkının hikayesi zengin konak kızı Şadiye Hanım ile fakir genç Suat Bey’in aşkı üzerine kuruludur.
Sevdiği kızın ailesinin istemediği adam olan Suat Bey, fırtınalı bir gecede, denize yürür ve ada sularında gözden kaybolur.
Ertesi gün, fırtına diner ve Şadiye Hanım’ın “Suat, babamı nihayet izdivacımıza ikna ettim, gelip beni ailemden isteyebilirsiniz” yazan mektubu gelir. Hikayenin buraya kadar olan kısmını biliyordum da sonrasını
yeni öğrendim.
Şadiye Hanım hayatına New York’ta devam etmiş. Ama her yaz bir aylığına İstanbul’a gelmiş ve hep Tarabya Oteli’nde konaklamış.
Elçin Sangu’nun sevgilisi, ‘Mutluluk Zamanı’ filminde Sangu’nun öpüşme sahneleri başlayınca salondan çıkmış, sahneler bitince geri girmiş. Bir süredir tartışılıyor konu, genç adam da “ABD veya İsviçre’de büyümedik. Benim kişisel tercihim bu tarz sahneleri izlememek yönünde” diye açıklama yapmış. Kişisel bir tercihi eleştirmek ya da övmek mümkün ama kimseye tercihini değiştir deme hakkı yok kimsenin. Zaten yazının konusu da bu değil aslında...
Erkek bakış açısının, kadının bedenine kalbinin içindekinden daha fazla değer biçen hali benim takıldığım. Mesela kadın sanatçının rol gereği “Seni seviyorum”, “Sensiz yaşayamam” demesinden rahatsız olmaz erkekler, ya da çok sevgi dolu bir bakıştan ama öpüşmesinden rahatsız olur. Eğer mesele dudak dudağa gelmekse, Elçin Sangu ya da bir başkası, gerçek hayatta ya da rol gereği, boğulmakta olan birisine suni teneffüs de yapıyor olabilirdi.
Özetlemek gerekirse başka bir erkeğin sevdiğimiz kadının bedeni üzerindeki izlerine değil de, kalbinde bıraktığı izlere bakmayı öğrenemedik bir türlü...
Şeyma’yı sevmek ya da sevmemek
Tamam, Şeyma Subaşı’yı seven kadar sevmeyen de var. Subaşı verdiği tek röportajda kurduğu cümlelerle kendisini
Ders kitabına, bir komedi filmi esprisini gerçek zannederek, “4. element tahta” diye yazabilen yayıncı, o kitaba okumadan onay veren bürokrat ve rezalet ortaya çıktıktan sonra da kimsenin bedel ödemediği düzen,
Yeni yapılacak opera binasının mimarisini konuşmayı, sanattan konuşmak zanneden iyi niyetli saflık,
İlan edilmiş bir sınav sistemini daha uygulamaya başlamadan beş kere değiştirmek ve sınav sistemi tartışmasını, eğitimde daha iyiyi aramak zanneden garip inanış,
Uçakta karısını yanağından öpen adama ‘iffetsiz’ etiketi yapıştıran ve “Burası Türkiye, edepli olacaksınız!” diye racon kesen ama yaptığının röntgencilik ve gerçek edepsizlik olduğunun farkında bile olmayan aymazlık,
Gölcük Müftüsü olduğu dönemde “Mağazalarda ambalajı açılmış ürünler hep yarı fiyatına satılır. Anlayana” diye yazan ve kadınların tepkisini çeken kişinin Düzce İl Müftü Yardımcısı olarak terfi ettirilmesine şaşıran optimist tavır,
“Akaryakıt ürünleri zamlanınca otomobil satışları düşer, toplu ulaşım kullananların sayısı artar” diye öğretilen iktisat teoremini çöpe atan araba sevdası,
Maalesef ve ancak Türkiye’de oluyor...
DENKTAŞ’I ŞİKÂYET EDEN ADAM...