Türkiye, bu sene de Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmayacak. Evde, televizyon karşısında dünya kupası finali seyredermiş gibi yarışmayı izleyen, gelen her oyda havaya sıçrayan ve oy vermeyen ülkeleri düşman belleyen bir kuşaktanım ben.
‘Seninle Bir Dakika’, ‘Opera’, ‘Aman Petrol Canım Petrol’, ‘Dönme Dolap’ ‘Halley’ ve ‘Diday Diday Day’ parçalarını, yarışmada Türkiye’yi temsil eden tüm şarkıları hâlen ezbere bilirim. Kayahan’ın ‘Gözlerinin Hapsindeyim’ ya da MFÖ’nün ‘Sufi’si var ya, o şarkıları da çoğu kişi ezbere bilir, onlar da finallerde Türkiye’yi temsil eden şarkılardandır. O yüzden TRT’nin yarışmaya dönmeme kararı üzerine söylemem gerekenler var:
- Yarışmayı düzenleyen EBU’nun beş büyük üyesi; İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya, yarı finallere katılmayıp doğrudan final kısmına dahil oluyorlar. Oylamada sıfır çekmiş İngiltere’nin böyle bir hakkı varsa, Türkiye’nin neden yok?Kaldı ki aynı sebepten dolayı İtalya, 16 yıl yarışmaya katılmamış ardından büyük ülkeler grubuna alınmıştı.
- Yarışma dediğin şeffaf ve sonuçları tartışmasız olur. Yüksek Sadakat’in yarı finalde elendiği 2011 yarışmasını hatırlayın. EBU, telefonla oy verme sisteminde arıza olduğunu iddia etti
- Türkiye’ye 1 milyar dolarlık yatırım gelecek.
- Her yıl 1 milyon 100 bin evin elektrik ihtiyacı rüzgardan karşılanacak.
- Yıllık 1,5 milyon ton karbon emisyonu azalacak. Her yetişkin ağaç havadan 10 kg kardondioksit çektiğine göre bu 150 milyon ağaçlık bir temiz hava etkisi demek.
- Ar-Ge mecburiyeti, yüzde 80 yerli mühendis istihdamı gibi artı maddeler de var...
Bu saydıklarım Alman Siemens’in ortak olduğu konsorsiyumun kazandığı Rüzgar Enerjisi Yenilenebilir Enerji Kaynakları ihalesine dair maddeler.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın ihalesinden çıkan sonuç dolayısıyla Almanya biraz şaşkın, Alman siyasetçiler de sözleri havada kaldığı için biraz mahcup.
Temiz enerji için atılan ama aynı zamanda diplomatik anlamı da olan bu ihaleden sonra gözden geçirmemiz gereken bir seçenek daha var.
Daha temiz enerji üretirken daha az enerji harcamanın yollarını da konuşmalıyız.
Bebek’te, 6 bin 500 metrekare arazi üzerinde 2 bin metrekare büyüklükte
19 odalı bir yalı aldım. Fiyatı 200 milyon dolar. Sonra gittim en ünlü İtalyan markalardan birinin 21.5 metre uzunluğundaki, 4 kamaralı 2017 model yatını satın aldım, ona da 2 milyon 775 bin euro ödedim. Sonra Türkiye’de tek olan, 600 beygir gücündeki spor otomobile de 3 milyon 900 bin euro ödedim, onu da satın aldım. Çapraz kur hesabıyla yalı 169 milyon euro ediyor, hepsinin toplamı da 175 milyon 665 bin euro. Elimde kalan
46 milyon 335 bin euro’yla da tahminen çok iyi bir iş jeti satın alabilirim.
“Ne alaka?” diyeceksiniz, Barcelona futbolcusu Neymar için ödenen 222 milyon euro bonservis bedeli üzerinden yaptım bu hesabı. Tek bir futbolcu için bugüne kadar ödenmiş en yüksek bonservis bedeli bu. Neymar’ı transfer eden ve futbolcuya ödenen ücretle birlikte yaklaşık 400 milyon euro bir parayı gözden çıkaran Paris St. Germain takımı, bu meblağı nasıl çıkarır ya da çıkarabilir mi bilmem.
Bildiğim 2013’te 54 milyon euro’ya aldığı futbolcuyu, 2017’de 222 milyon euro’ya satan Barselona’nın bu işin asıl kazananı olduğu.
FARKLI BİR BEYAZ..
Bilinen adıyla HBO tam açılımını yazacak olursak Home Box Office, ABD’nin en bilinen televizyon platformudur.
HBO, ‘Game of Thrones’ gibi tüm dünyada fırtınalar estiren ya da ‘The Pacific’ gibi ABD’de çok yüksek izlenme ve beğenme oranlarına ulaşan diziler yapar. Bu dev platform hafta sonu bilgisayar korsanlarının saldırısına uğradı ve yaklaşık 1.5 terabayt büyüklüğünde veriyi çaldırdı.
Çalınan veriler arasında, iyi dizilerin henüz ekrana gelmemiş bölümleri de var. Hangi dizilerden, kaç bölüm gittiği bilinmiyor ama korsanlar şu ana kadar, ‘Ballers ve Room 104’ dizilerinden birer bölümü internete verdiler bile.
Bizim memlekette böyle bir şey olmaz, olsa da kanallara böyle zararlar verilemez.
Niye diyeceksiniz, sebebi basit:
Bizim memlekette sinema filmi uzunluğundaki dizilerin yayınlanmamış bölümleri daha çekilmemiştir de ondan. Aklınıza gelebilecek bütün iyi diziler, yeni bölümlerini genellikle yayın günü kanala teslim ederler.
En iyi ihtimalle de yayın gününden bir gün önce gelir yeni bölüm kanala.
“Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste”
“Allahın sopası yok işte”
“Büyüseydi babasından utanacaktı”
7 yaşındaki kızını, Sakarya, Karasu’da, geri geri gelen bir otomobilin çarpması sonucu kaybeden bir baba için yazıldı bunlar.
Evladını kaybetmiş bir babayı teselli edecek bir cümle yok ama bunu yazabilenler var bu ülkede.
Hangi inanç, hangi siyasi düşünce, açıklayabilir ki 7 yaşında hayatını kaybetmiş küçücük bir kız çocuğu üzerinden yürütülen bu nefreti?
Evladı Ecrin’i kaybeden Yeni Şafak Gazetesi İnternet Yazı İşleri Müdürü Ersin Çelik için yazıldı tüm bu okuduklarınız.
Fotoğrafa bakın... Sabah sporu yapan biri geceden bırakılan bu manzaranın fotoğrafını çekip paylaşmış sosyal medyada. Gördüğünüz yer İstanbul Boğazı. Hani dünyada eşi yok diye övünüp durduğumuz yer. Bu ülkede yere çöp atmak, etrafı kirletmek suç ama gece vakti zabıta nerede? Görevde olanlar var ama onlar da seyyar satıcı peşinde koşuyor. Bu manzaraya yol açanlar doğum yeri ister İstanbul olsun, ister başka bir yer, İstanbul’da yaşayan insanlar olarak nitelenebilir. Bu manzaradan rahatsız olan, buna yol açmayanlar, ister bir başka ülkede ister bir başka şehirde doğmuş olsunlar gerçek İstanbullu diye anılmayı hak edenlerdir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne de bir not ileteyim: Bu şehri idare etmek, bu pisliği her gün temizlemektir. İstanbul’u yönetmek demek, bu pisliğe neden olanları engellemek, gereken cezayı yazmak ve diğer vatandaşların hakkını korumaktır.
Dünya için kritik yıl 2040...
Değişimin hızına yetişemediğimiz bir çağda en büyük değişim yılı şimdiden belli oldu. Takvimler 2040 yılını gösterdiğinde dünyada fosil yakıtlı araçların sonu gelmiş olacak. İngiltere 2040 yılından itibaren benzinli, dizel, tüm fosil yakıtlı araçları yasaklama kararı aldı. Gerekçe her sene 40 bin
Her yerde fotoğraf çekme, sosyal medya kanallarından canlı yayın yapma merakı giderek can sıkmaya başladı.
Bu fotoğraflar Harun Kolçak’ın cenazesinde, Gemlik’te çekildi.
Tabut musalla taşında duruyor, bir sürü insan tabutun önünde poz veriyor ve canlı yayın yapıyor. Ünlülerle fotoğraf çektireni çok görmüştüm ama ünlü birinin tabutuyla fotoğraf çektirmeyi de kâr sayıyoruz artık.
Gemlik’ten sosyal medyadan canlı yayın yapanları seyreden bir arkadaşım anlatmıştı rezaleti. Yerel medyayı taradım, Gemlik Manşet Gazetesi yazmış bu durumu, hatta dua edermiş gibi fotoğraf çektirenler olduğuna da dikkat çekmişler. Dün sabah gazeteleri tararken gördüm, denizde, sığ yerde düşen Serdar Ortaç’ın sırtına bir çocuk ilaç sürüyor. O karede, şezlongun üzerinde oturan bir adam telefonuyla video çekiyor.
İnsan merak eder ya da ilacı çocuktan alıp ben süreyim der değil mi, adamda bunlar yok, video çekme derdi var. İnsanlığımızı giderek öldürüyor, ünlüler sayesinde biraz daha popüler olma merakımız.
Ve ‘musalla taşındaki bir tabutun önünde dua edermiş gibi fotoğrafımı çek’ diyorsa insanlık, vay bizim halimize...
Efsaneler yarışıyor, akıl kazanıyor
Türkiye’de bir sürü televizyon kanalının envanterinde doğru düz
Saat sabahın beşi olmuştu, İsrail’de, Ben Gurion Havalimanı’nın geliş kısmından üst kattaki gidiş kısmına çıkarılmış, orada bir odaya oturtulmuştum.
Az sonra yeni bir MOSSAD ajanı girdi odaya.
Gece boyunca konuştuğum diğer ajanlar gibi o da sivil kıyafetliydi ama diğerlerinden daha rütbeli olduğu da her halinden belliydi.
Elinde pasaportum, sayfaları teker teker çevirdi sonra pasaportu bana doğru uzatarak “Bu vize pasaportunuzda neden var?” diye sordu.
Gösterdiği sayfada, Suudi Arabistan’ın sınır kapısında verilmiş VIP vize vardı.
Gece boyunca konuştuğum bilmem kaçıncı MOSSAD ajanının sonuncusundan da aynı soruyu duyunca sinirlerim bozuldu, önce gülümsedim sonra tekrar anlatmaya başladım:
“Buraya Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün temaslarını izlemek için geldim. Gördüğünüz vize, Başbakan Erdoğan’ın heyetinde yer aldığım Darfur ziyaretinden sonra gittiğimiz Suudi Arabistan’da verilmiş bir vizedir. Başbakan’ın uçağıyla geleni ülkeye almıyoruz demeyecekleri için bu vizeyi verdiler herhalde...”
Konuşma bu şekilde ilerlerken telefonum çaldı, ekranda İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğu Basın Danışmanı Korin Penso’nun adını görünce izin bile istemeden açtım telefonu.