Yazarlar Özerk hastanede CHP kuşkusu

Özerk hastanede CHP kuşkusu

11.05.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Özerk hastanede CHP kuşkusu

Özerk hastanede CHP kuşkusu

       CHP Grup Başkanvekili Matkap, SSK hastanelerinin özerk işletmelere dönüştürülmesi öngören yasa tasarısına kuşku ile baktıklarını belirterek "Konu taraflarca detaylı tartışılsın, öncelikle sendikalar onay versin" dedi
       MECLİS gündeminin 9. sırasında bulunan ve SSK Yönetim Kurulu'nun harcama yetkisini artıran yasa tasarısına eklenecek "özerk hastane işletme modeli" tartışma yarattı. Çalışma Bakanlığı, yasa tasarısı için CHP'nin desteğini arıyor. Bu amaçla geçen hafta meclisteki CHP Grubu'nda bir toplantı yapıldı.
       Toplantıya CHP Grup Başkanvekili Nihat Matkap, Kocaeli milletvekili Bekir Yurdagül, SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu ile Türk - İş, DİSK, Hak - İş, Türk Tabibleri Birliği ve Tüm Sosyal - Sen'in yöneticileri katıldı.
       Özerk hastane işletme modeli, 50'den fazla yatağa sahip SSK hastanelerinin başhekim, işletme müdürü, işçi, işveren, emekli, hastane çalışanı ve meslek odası temsilcisinden oluşan 7 kişilik özerk bir kurul tarafından yönetilmesini öngörüyor. Yönetim, dışardan sağlık hizmeti satın alma, kendi bütçesini yapma, kendi personelini istihdam etme işlevlerine sahip olacak. Bu modelle ilgili yönetmelik Çalışma Bakanlığı'nca çıkarılacak.
       Toplantı sonucunda CHP, özerk hastane modeline tam destek vermedi, sendikaların bu modele onay vermesini istedi. Hükümet kanadı ise, yasa tasarısının bu hafta mecliste görüşülmesi halinde önergesine sahip çıkacak. Toplantı ile ilgili tarafların görüşleri özetle şöyle:
       CHP Grup Başkanvekili Nihat Matkap: Sosyal taraflar konuya henüz hazır değil. Detaylı tartışılması lazım. Sendikalar onay verirse, biz de olumlu oy kullanırız. Aksi halde oy vermeyiz.
       CHP Kocaeli milletvekili Bekir Yurdagül: SSK'nın tasfiyesinin, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin tartışıldığı bir ortamda bu konunun aceleye getirilmemesi lazım. Öneriye sıcak bakmıyoruz.
       Türk - İş Eğitim Sekreteri Salih Kılıç: 1983'te SSK'nın 4792 sayılı Kuruluş Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle böyle bir girişime olanak sağlanıyor. Ayrı bir yasa çıkarmaya gerek kalmadan Bakanlar Kurulu kararıyla böyle bir uygulama yapılabilir. SSK Yönetim Kurulu, Ankara'da bir kaç hastanede bu model için pilot uygulaması yapsın. Sonucu olumlu olursa, modeli genişletebiliriz. Yasaya göre, modelin uygulanması için bir yönetmelik çıkarılacak. Tehlikeli bir konu. Her iktidar yönetmeliği istediği gibi değiştirebilir.
       DİSK Sosyal - İş Başkanı Özcan Kesgeç: SSK'nın ana statüsünde özerklik yapmıyoruz, hastanede özerk modeli uygulamaya çalışıyoruz. Bu yaklaşım sakat. Öncelikle SSK yönetiminin idari ve mali yönden özerk olması lazım. Yama şeklindeki düzenlemeler, sonuçta hep SSK'nın aleyhine olmuştur. Bir pilot uygulama yapılsın, sonuca göre yasal düzenleme yapılabilir.
       SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu: Önce SSK'nın özerkleşmesi doğru bir yaklaşım fakat şimdiye kadar gerçekleştirilemedi. Hastaneler özerk modele kavuşmazsa bu gidişle özelleştirme gündeme gelir. Hastanelerdeki eziyet ortada. İstanbul'da bir hastaneye röntgen cihazının alınması için yığınla bürokrasi var ve hep merkezden soruluyor. Genel Müdürlüğe yılda bir milyon evrek geliyor. Biz hastaneleri işçi ve işveren yönetsin istiyoruz. Sendikacılar, bu girişimden kaçınıyor. Şu anda yasalar, özerk hastane modeline olanak vermiyor. SSK Yönetim Kurulu, bir kararla bu modeli uygulayamaz, yasa gerekli. Çünkü mevcut yasada SSK yönetiminin özerk hastane kurma yetkisi yok. Bakanlar Kurulu kararı ile işçi ve işverenin hastane yönetiminde olması mümkün değil, örnek alınacak SSK İlaç fabrikasında böyle bir uygulama yok.

       1968 yılı, Türkiye'de ve dünyada eşitlik, özgürlük ve sosyalizm için bir "başkaldırı" yılı olarak bilinir. Öncelikle gençliğin bir başkaldırısı olarak ortaya çıkan bu hareket, daha sonra belirli kitleleri de yanına çekebildi.
       Ülkemizde de gençlik eylemi olarak başlayan bu hareket, daha sonra belirli grupların silahlı mücadele anlayışını da içeren bir tarzda siyasal bir nitelik kazandı. Arkasından 12 Mart, işkenceler ve hapishaneler...
       Böyle bir dönemin muhasebesini bir kaç satırda yapmak mümkün değil. Ancak bir anektodla başlayıp kısa bir değerlendirme yapmaya çalışalım.
       Yıl: 1972. Yer: Selimiye Askeri Cezaevi. Ziverbey Köşkü'nde işkence gören arkadaşlarımız, belli ölçüde konuşmuşlardı. Hatta mahkemeler başladığı zaman kimi arkadaşlarımızın iddianame kadar konuştuğu dikkati çekiyordu. Kuşkusuz insan vücudunun işkenceye direnci ancak bir yere kadardı...
       O sıralarda ABD'nin Vietnam Savaşı devam ediyordu. Amerikan askerlerinin 11 - 12 yaşlarındaki çocuklara işkence yapmasına rağmen konuşturamadıklarını, Vietnamlı gerillaların yerlerini bildirmediklerini basından öğreniyorduk. Cezaevinde kendi aramızda konuşurken, "11 - 12 yaşındaki Vietnamlı çocuklar kadar bile olamadık" diye hayıflanıyorduk.
       Daha sonra yaptığımız tartışmalarda, Vietnam halkının Amerikan işgaline karşı verdiği mücadelenin ciddi bir kitle temeli bulunduğunu, öncü unsurlarla halk arasındaki organik birliktelik ve dayanışmanın son derece önemli olduğunu kavramaya çalıştık. Oysa Türkiye'de işçi sınıfı ve halk adına mücadele eden bizlerin böyle bir kitle temeli ve organik ilişkisi yoktu. Aslında o dönemdeki işçi sınıfı da, sınıfsal anlamda henüz ekonomik bilinç düzeyinde bile değildi. İşçi sınıfının politikleşmesi de söz konusu olmadığı gibi sınıf olarak ülkedeki nicel varlığı da sınırlı düzeydeydi.
       Tüm bu objektif verilere rağmen genç insanlar olarak sömürü düzenine karşı eşitlik ve özgürlük ideali için başkaldırışımız da, bir o kadar doğal ve haklıydı. Hintli bir filozofun dediği gibi, insan olmanın üç temel özelliği vardı: Başkaldırmak, öğrenmek ve sevmek...
       Vietnamlı çocukların örneğine dönecek olursak; ciddi bir kitle bağı olan bir hareket, daha sağlıklı bir mücadele çizgisi izlediği gibi bu mücadelenin içinde yer alan unsurlar da daha sağlam durabiliyorlardı. 12 Mart sonrasında çoğu arkadaşımız, bu ideallerinden vazgeçti. Kimi; verdikleri mücadelenin yenilgiye uğramasından, sağlıklı ve Türkiye gerçeklerine uygun bir mücadelenin oluşmayışından bu ideali bırakmış olabilir. Belki, Aybar çizgisindeki TİP hareketi, zaman içinde işçi sınıfı ile daha sağlıklı bir ilişki kurabilmiş olsaydı, gençler Milli Demokratik Devrim denilen MDD çizgisine bulaşmayıp TİP içinde kalsalardı, halkın desteğini alan demokratik ve meşru bir mücadele yürütülebilseydi ideallerden bu kadar çabuk vazgeçilmezdi...
       Kimileri de, bir baskı döneminden sonra eşitlik ve özgürlük ideallerini sürdürebilecek dirence sahip olamadılar. Kimi ise, solculuğu o dönemde bir "moda" olarak benimsedi, vazgeçmesi de kolay oldu. Onların gözünde para, mal, mülk, şöhret daha fazla önem kazandı. Uygulama biçimiyle Marx'ın öngördüğü bir sosyalizm olmadığı halde Sovyet sisteminin çökmesi ve neo liberal dalga da, ideallerden vazgeçmede büyük ölçüde etkili oldu.
       Tüm bu gelişmelere karşın ideallerinden vazgeçmeyenlerin, dönmeyenlerin eşitlik, özgürlük, sosyalizm ve sömürüsüz bir dünya özlemi devam ediyor...
       Ne diyelim, dönenlerin yolu açık olsun, kalan sağlar bizimdir...

       Ne güzel şey hatırlamak seni:
       ölüm ve zafer haberleri içinden,
       hapiste
       ve yaşım kırkı geçmiş iken...

       Ne güzel şey hatırlamak seni:
       bir mavi kumaşın üstünde
       unutulmuş olan elin
       ve saçlarında
       vakur yumuşaklığı
       canımın içi İstanbul toprağının...
       İçimde ikinci bir insan gibidir
       seni sevmek saadeti...

       Nazım HİKMET


       DANİMARKA'da 550 bin işçinin 11 gündür sürdürdüğü genel greve hükümet müdahale etti. Sosyal demokrat Başbakan Rasmussen'in parlementoya sunduğu ve grevin yasaklanmasını öngören yasa tasarısı mecliste kabul edildi. İşçiler, yılda 5 haftalık tatil hakkının 6 haftaya çıkarılması için greve gitmişlerdi.
       Yasayla getirilen çözüme göre, işçiler yılda 5 haftalık tatile ek olarak 2 gün daha tatil hakkı elde etti. 14 yaşından küçük çocuğu olan ailelere de yılda 3 gün "ilgi izni" tanındı. Buna karşılık işverenler, işçi için ödediği emeklilik primini biraz daha düşük ödeyecek. Ayrıca işverenler, her işçi için yılda ödediği 325 kronluk hastalık primini de ödemeyecek.
       Genel grev nedeniyle felce uğrayan günlük yaşam ve özellikle ulaşım sektörü, geçen cuma gününden itibaren normale döndü. Genel grevle ilgili meclisteki görüşmeler sırasında sol blok partiler, Başbakan Rasmussen'in müdahalesine tepki gösterirken çözümün faturasının yine işçilere çıkarıldığını vurguladılar. İşçilerin bir bölümü de, LO işçi konfederasyonu yöneticilerinin çalışanların taleplerine kulak vermediğini belirttiler. Başbakan Rasmussen ise, grevin halkın sağlığına zarar verecek noktaya geldiğini, müdahale etmekten başka çare kalmadığını söyledi.
       Öte yandan Danimarka'da 28 Mayıs'da Avrupa Birliği (AB) ile ilgili bir referandum yapılacak. Halkın AB'ye devam mı yoksa hayır mı diyeceği ülke için büyük önem taşıyor. Başbakan'ın son tavrı karşısında işçilerin AB'ye hayır diyeceği yönünde eğilimin artacağı öne sürülüyor.

       HARB - İş Sendikası Başkanı İzzet Çetin, Kartal'daki askeri dikimevinde yemek tepsilerini kaldırmadığı gerekçesiyle 8 sendika üyesinin işten çıkarıldığını, 3 işyeri temsilcisinin de Sıvas'a sürüldüğünü öne sürdü. Çetin, "Bu işyerinde işçi idarecilerinin tabaklarını diğer işçilerin kaldırması istenmiş ve bu uygulama işçilerin huzursuzluğuna neden olunca bir kısım işçi de tabaklarını almamıştır. İşten çıkarma bu gerekçeye bağlanmıştır" dedi.
       İzzet Çetin, bu işlemin toplu sözleşme hükümlerine aykırı olduğunu belirterek, olayın Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin'e aktarıldığını ancak bir çözüme kavuşmadığını söyledi. Çetin, dikimevinde "muaddel tesbiti" denilen parçabaşı ücret sistemine göre verimliliğin saptandığını, ancak toplu sözleşme hükümlerine aykırı bir biçimde üretimin aşırı zorlanıp çalışanların "verimsizlikle" suçlandığını bildirdi.
       Başkan Çetin, olayın gerçek nedeninin "askeri işletmelerde sendikal haklara duyarlı işçileri yıldırmak ve dikimevlerini özelleştirmek" olduğunu söyledi. İşten çıkarılanlar, 5 Mayıs günü açlık grevine başladı, açlık grevi üç gün sürdü. 7 Mayıs günü de Harb - İş'e bağlı işyerlerinde yemek boykotu yapıldı. 9 Mayıs'da da Ankara'da askeri işyerlerindeki hukuk dışı uygulamaları ve işten çıkarmaları protesto amacıyla bir miting düzenlendi.
       CHP Kocaeli milletvekili Bekir Yurdagül de, Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin tarafından cevaplandırılmak üzere TBMM Başkanlığı'na soru önergesi verdi.