Umur TALU
SİZ de açıp bakın, görürsünüz...
Sözlüklerde,
pişkin, pişkinlik, pişman, pişmaniye, pişmaniyeci, pişman, pişmanlık, pişmek sözcükleri art arda yer alır.
Bu sıralamada sadece alfabetik değil, kronolojik bir ardışıklık da var mı diye düşünürüm.
Yani
"pişkinlik"in ardından bir
"pişmanlık" gelirse mi
"pişmek" gibi bir olgunluğa erişilir acaba diye kafama takılır.
Sözkonusu dizide alakasız gibi duran
"pişmaniye" bile bu diyalektik sıralamayla bağlantılıdır sanırım.
. . .
Pişmaniye, nihayetinde helvadır.
"Pişmiş" bir yiyecektir.
Un, şeker ve yağla yapılır. Denildiği kadarıyla, asıl hüner
"çevirme" işlemindedir. Çevirme sırasında yapılan bir yanlışın bir çuval inciri berbat ve çevireni pişman ettiği,
"pişmaniye" adının da buradan geldiği söylenir.
Pişmaniyedeki
"çevirme" bir ustalık ise,
"çevir kazı yanmasın"daki
"çevirme", saygın bir yetenekten çok, vaziyeti kurtarmak isteyenlere yönelik bir alaydır.
. . .
Her ne kadar atalarımız
"son pişmanlık fayda vermez" demişlerse de, ben öyle düşünmem.
Kıvamında pişmaniyenin tadına doyum olmayacağı gibi, zamanında pişmanlık da hoşgörülmelidir.
Tabii, tam kıvamında ve tam zamanında!
. . .
Ateş gazetesi, ilkokullar için hazırlanan bir
"Türkçe" ders kitabında
Özer Çiller'in
"ahlak" üzerine bir makalesinin de (Talim Terbiye vizesiyle) yer aldığını ortaya koymuştu
"Ünlü Türk düşünürü" başlıklı haberiyle.
Dün, kitabın müellifi
Nazmi Şentürk'ün
("sosyalist bir felsefe öğretmeni" olduğunu da belirten) açıklaması vardı:
"Pişmanım".
Olabilir, hoşgörülebilir.
Kaldı ki, hepimizin böyle hataları yok mu?
Nitekim aynı gün, basın dünyamızın iki önemli yazarı da biraz özeleştiri yapmıyor muydu?
Örneğin
Ertuğrul Özkök şöyle diyordu
(Çiller için):
"Bu ülke... başlangıçtaki yalanlarını görmezden geldi, küçük hatalarını bağışladı. Ülkenin en güçlü kalemleri onun yelkenlerine rüzgar doldurdu.
Meğer ne büyük bir yanılsamaymış. Meğer ne büyük bir illüzyon, bir göz boyama imiş.
Meğer bütün bunlar o gerçek yüzü saklayan başarılı bir makyajdan ibaretmiş. Meğer hepimiz ne çok aldatılmışız.
Meğer Atatürk'ün rejimi ne kadar kalleşçe bir ihanete uğrayacakmış. Meğer sırtımızdaki hançer ne kadar büyükmüş."
Yine Hürriyet'te,
Oktay Ekşi de dikkat çekiyordu:
"Aslında biz bu hanımın kişilik gradosunu daha önce anlamalıydık, ama alımlı bir kadın olması mı, aydın bir kişi görünmesi mi, sizinle işi varsa, fevkalade zarif bir üslupla konuşması mı... Her neyse... İtiraf edelim ki pek çoğumuz boşa bastık."
Fakat o da ne!
Taha Akyol'un yazısından da öğrendim ki, eski DSP'li
Gökhan Çapoğlu Kayseri'de, düne kadar ANAP'lı
Cemil Çiçek de Balıkesir'de,
"Çiller'in sivil, liberal, özgürlükçü çizgisi"ne ilginin arttığını gözlemlemişler!
Ah şu mevsimlik çizgiler!
Ah Kayserililer, ah Balıkesirliler!
"Surete bakma, sirete bak" denilir, bilmez misiniz?
Vah zavallı
"sivil, liberal, özgürlük" kavramları!
"Yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder" ülkesindesiniz!
. . .
Neyse, dönelim
"pişmaniye"ye...
Recaizade Mahmut Ekrem'in bir oyunu vardır;
"Çok bilen çok yanılır" diye.
Hayat ve bu meslek şunu da öğretti:
"Çok bilen çok yanıltır."
Hele perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu halde!
Yazara Emailumur.talu@milliyet.com.tr