Demokrasilerde, siyasetçi ile basın ilişkisi eşitler arasındaki yatay bir ilişki değil. Birbirini tamamlayıcı, farklı işlevleri olan iki kurum arasında dikey bir ilişki. O nedenle siyasetçinin “basın beni eleştiriyorsa, ben de basını eleştiririm” demesi ve de cezalandırma yönüne gitmesi kabul edilemez.
Demokrasilerde basının iş-levi, halkı bilgilendirmek, hükümeti denetlemek ve eleştirmek, kamuoyu yaratmak. Hükümetin görevi ise, demokrasinin kurallarına uyarak ülkeyi yönetmek. Bunu yaparken, demokrasinin temel taşı olan basının özgürce çalışmasını sağlayacak önlemleri almak.
Siyasetçi hoşgörü
AİHM’nin pek çok kararında belirttiği gibi, basının siyasetçiyi eleştirme hakkı çok geniş. Siyasetçilerin basın tarafından eleştirilmesi demokratik sistemin sağlıklı işlemesi bakımından önemli. Buna karşılık siyasetçi eleştiriler karşısında hoşgörülü olmak zorunda. Bunlar demokrasinin temel kuralları. Durum böyle iken, demokrasinin önemini dilinden düşürmeyen Sayın Başbakan’ın, halkı kendini eleştiren basını boykota çağırması şaşırtıcı. Bu çağrıyı yaparken “Sivil inisiyatif kullanıyorum” gibi resmi görevi ile bağdaşmayan tuhaf bir gerekçe ileri sürüyor.
Bir de “yandaş basın” suçlaması var. Oysa basın eleştiri yaparken aynı zamanda bir demok-ratik siyasal tartışma ortamı yaratıyor. O nedenle doğal olarak belirli bir görüşü savunuyor. Basının başka bir bölümü ise değişik bir görüşü savunuyor. Demokratik çoğulculuk bunu gerektiriyor.
Yanlışa tazminat yok
Basın eleştiri hakkını kullanırken yazdıklarını kanıtlama yükümlülüğü var mı?
Bu konuya ışık tutan en bilinen dava ABD Yüksek Mahkemesi’nin 1964 tarihli New York Times gazetesi/Sullivan kararı. Dava konusu olay, Amerika’da zencilerin gördükleri baskı ve ayrımcılığı olaylarla anlatan gazeteye verilen bir ilandan kaynaklanıyor. Güvenlik güçlerine iftira edildiği gerekçesiyle polis şefi Sullivan gazeteye dava açıyor ve gazete 500 bin dolar tazminata mahkûm oluyor. Sorun Yüksek Mahkeme’ye geliyor ve mahkeme oybirliğiyle gazete lehine karar veriyor. Karar şu görüşe dayanıyor:
Toplumu ilgilendiren bir konu ile ilgili olarak basında çıkan bir yazı, yanlış bile olsa, basına “varlığını sürdürmek için gerekli olan soluk alma alanı bırakabilmek için” korunmalıdır. ABD Anayasa’sı kamu görevlilerine zarar vermek amacı ile kasıtlı olarak yayınlanan yazılar dışında, yazıdaki yanlışlar nedeniyle basından tazminat istenmesine izin vermez.
Demokrasinin bekçisi
AİHM de, basın özgürlüğünü geniş yorumluyor. Örneğin, Timpul Info-Magazin/Moldova davasında (2008) gazete, hükümeti kamu alımlarında yolsuzluk yapmakla suçladığı için tazminata mahkûm oluyor. Mahkeme kararına göre gazetenin suçlamaları dayanaksız. Gazete bu davayı AİHM’ye getiriyor. AİHM davada oy birliğiyle basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi ve Moldova’yı tazminata mahkûm etti.
AİHM’ye göre, basın “demokrasi bekçiliği” görevini yapabilmek için, toplumdaki söylentilere yer verebilir. Bu söylentilerin mutlaka kanıtlanması gerekmez. Ayrıca, söz konusu yazı seçim öncesi yayınlandığından ve seçmeni yolsuzluk yapanları cezalandırmaya çağırdığından siyasal eleştiri niteliği taşıyor ve demokrasiye katkıda bulunuyor.
Yüksek vergi durduruldu
Doğan Grubu’na verilen vergi cezası ile basın özgürlüğü sorunu yeni bir ivme kazandı. Bu konuyu değerlendirirken ABD Yüksek Mahkemesi’nin Grosjean/American Press kararını anımsamak yararlı olabilir. Bu davada, Louisiana eyaletinde, belirli bir tirajın üstündeki gazetelerin reklam gelirlerine çok ağır bir vergi konuluyor. Yüksek Mahkeme bu vergi ile basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Yüksek Mahkemeye göre, yüksek tirajlı gazeteler hepsi hükümeti eleştiren gazetelerdi. Verginin amacı da bu gazeteleri cezalandırmaktı.
Basın özgürlüğü hükümetler için bir demokrasi sınavı. O nedenle, basın üzerindeki baskılar hükümetlerin demokratik meşruiyetini zedeliyor.