İsrail’in Gazze’ye saldırısı hiçbir nedenle haklı gösterilemez. Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yaklaşık 1300 Filistinli öldü, binlerce Filistinli yaralandı.
İsrail Gazze’de sivilleri öldürerek savaş suçu işledi mi? Okulların ve Birleşmiş Milletler binasının bombalanması, İsrail’in yasaklanmış savaş yöntemlerine başvurduğu iddiaları, savaş suçu savına ciddilik kazandırıyor.
Şu bir gerçek ki, harekâtın askeri sonuçlarına ilişkin ne söylenirse söylensin, bu savaşta en büyük kayıp İsrail’in. Türkiye dışında bölgedeki tek demokrasi olan İsrail devleti, her demokrasinin üzerinde durduğu moral zemini yitirdi.
Hamas çelişkisi
İsrail’de seçimle işbaşına gelen bir hükümet olması durumu değiştirmiyor. Tıpkı Hamas’ın seçimle işbaşına gelmesinin terörist bir örgüt olmasını engellemediği gibi.
Türkiye bu savaşta Hamas’ın tarafını tuttu. Hamas, terör yöntemleri kullanarak sivilleri öldüren bir örgüt. Avrupa Birliği, ABD, Kanada, Japonya Hamas’ı terörist bir örgüt olarak kabul ediyorlar. Ürdün’de yasaklanmış.
Avrupa Birliği, ABD Hamas’a yaptırım uyguluyorlar. Hamas, El Fetih’ten farklı olarak İsrail’in varlığını tanımıyor. Hamas’ın bölgedeki diğer radikal örgütlerle yakın teması var. Zaten Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Filistin kolu olarak kuruldu. Bütün bu nedenlerle bölgedeki Arap devletleri Hamas’a soğuk bakıyor.
Türkiye bir yandan böyle bir örgütü destekliyor, öte yandan bölgede bir arabulucu rolü oynamak istiyor. Üstelik bu rolü zaten oynayan Mısır varken. Başbakan Başdanışmanı Sayın Davutoğlu düzenlediği basın toplantısında, “Arabulucu olmak tavır koymamak demek değildir” demiş. Arabuluculuk güvene dayanan bir barışçı çözüm yolu.
Arabulucu nasıl olunur?
Arabulucu olabilmek için her iki tarafın da arabulucunun tarafsızlığına, objektifliğine güvenmesi gerekir. Eğer taraflardan birinin yanında, ötekinin karşısındaysanız, öteki taraf size neden güvensin?
Ayrıca, Arap ülkelerinin mesafeli durduğu radikal bir örgüt üzerinden siyaset yapmanın Türkiye’nin Ortadoğu’da etkili bir rol oynamasına nasıl katkıda bulunacağını anlamak güç.
Bir de hep unuttuğumuz bir nokta var. Türkiye AB üyeliğine aday bir ülke. AB’ye üye olacak bir ülkenin AB’nin tutumunu göz ardı ederek, buna taban tabana zıt bir dış politika izlemesi zihinlerde zaten mevcut olan soru işaretlerini çoğaltmaz mı?
Türkiye terörizmle mücadelede dış desteğin ne denli önem taşıdığını en iyi bilen bir ülke.
Geçtiğimiz kasım ayında, BM’de düzenlenen yüksek düzeyli toplantıda, Sayın Başbakan, terörizmin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyledikten sonra, “İyi terörist/kötü terörist ayrımı ortadan kaldırılmalı, başkalarının teröristlerini barındırıp onlara destek vermekten kaçınılmalı” demişti. Bu sözleri şimdi Hamas’a verilen destekle nasıl bağdaştıracağız?
Dışişleri nerede?
Belki soruna daha geniş bir perspektiften bakmak gerek. Türkiye’nin İran ile olan yakınlaşması, Sayın Başbakan’ın “İran’ın nükleer silah üretmesini istemeyenlerin evvela kendi silahlarından vazgeçmeleri gerekir” sözleriyle Türkiye’nin NATO üyeliği ile ya da Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na taraf bir devlet statüsüyle çelişen bir noktaya gelmesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından üç soykırım, beş insanlığa karşı işlenen suç ve iki cinayet suçundan aranan Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir’in ilk Türkiye’yi ziyaret etmesi ve krallar gibi karşılanması, Hamas lideri Halid Meşal’in seçildikten sonra ilk ziyaret ettiği ülkelerden birinin Türkiye olması Türk dış politikasının Türkiye’nin çıkarlarını koruyan, akılcı, devletin temel dış politika amaçlarına uygun bir biçimde yürütüldüğü konusunda kuşkular doğuyor.
Dış politikaya daha çok ideolojik düşüncelerin egemen olduğu izlenimini veriyor.
Sahiden, bütün bunlar olup biterken Dışişleri Bakanlığı nerede?