Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünya Kupası maçlarının heyecanı her yanı sarmış durumda. Futbolu sevseniz de sevmeseniz de kaçamazsınız. Futbol her yerde. Evinizde, iş yerinizde, sokakta, otobüste, kahvede. Futbol coğrafi, kültürel, toplumsal farkları dinlemiyor. Her yaştan, her sınıftan, her ülkeden insan aynı heyecanı paylaşıyor. Bu oyunun dünyayı böyle sarmalaması karşısında insanın aklına aklına şu soru geliyor. Yaşlı başlı, saygıdeğer beyleri gol olunca çocuklarla birlikte havaya fırlatan bu tutku nedir?
Futbol bir oyun. Gizemli, tuhaf bir oyun. 430 gram ağırlığındaki meşin topu, çimen üstüne dikilmiş, mekânı sanal bir biçimde ayıran direkler arasından geçireceksiniz. Sadece ayaklarınızı kullanarak. Niçin sadece ayakla?
Atalarımız milyonlarca yıl önce, günlerden bir gün ayakta durmaya karar verince, ellerimiz ve ayaklarımız arasında büyük bir eşitsizlik doğdu. Ellerimiz her şeyi tutabilen bir beceri kazandı. Ayaklarımız ise ayakta durmamızı sağlayan değnek görevi dışında bir şey yapamaz oldu. Futbol gövdemizin bu en beceriksiz uzantıları ile oynanan bir oyun. Bu beceriksiz uzantılarla meşin topu kontrol etmek güç. Belki de futbolu bu denli popüler yapan bu güçlük. Oysa ellerimiz topu tutmaya çok daha elverişli. Ama topu elle tutmaya dayanan sporlar futbol kadar popüler değil.
Sadece kalecinin topu elle tutabilmesi işi daha karmaşık bir hale getiriyor. Topa ayakla vurarak, elleriyle topu tutma izni olan birinin koruduğu kale direkleri arasından topu geçireceksiniz. Son derece güç bir iş. Onun için futbolda gol az.
Albert Camus “Ben yaşamı futboldan öğrendim” demiş. Gerçekten futbol yaşamın bir aynası. Yaşamdaki dramlar, üzüntüler, sevinçler futbolda da var. Futbolu heyecanlı yapan şey öngörülebilir olmaması. Sahada ne olacağı belli değil. Önceden tasarladığınız taktiklerin uygulanmasını güçleştiren sayısız etken var. Bunların hepsini kontrol etmek olanaksız. Top yere çarptığı zaman hangi yöne zıplayacağı bile belirsiz. Sonuçta şansın her zaman payı var.
Yaşam da böyle değil mi? Koyduğunuz hedefleri her zaman gerçekleştirebiliyor musunuz? Amacınıza ulaşmak için çalışıyor, çabalıyorsunuz, ama bazen o andaki koşullar, bazen şans amacınıza ulaşmanızı engelliyor.
Ancak futbolun gerçek yaşamdan farkı, bir oyun olması. Hakemin düdüğü ile oyun bitiyor. “Hooligan” denen taraftarların anlamadığı bu. Oyunla gerçek yaşamı karıştırıyorlar. Gerçek yaşam sandıkları oyunun bir parçası olmak istiyorlar.
Futbol aynı zamanda yaşamın ayrılmaz bir parçası. Büyük bir endüstri. Futbolculara ödenen paralar, ilahlaşan futbolcuların özel yaşamları, güzel kızlar, pahalı arabalar, taraftarın coşkun sevgisi yanında takım yenilince duyulan öfke gazetelerimizde, ekranlarımızda her olaydan daha fazla yer kaplıyor.
Sartre, “Diyalektik Aklın Eleştirisi” adlı kitabında “Futbol maçında, karşı takımın varlığı her şeyi komplike yapar” der. Sahada başka bir takımın varlığı sizin hedefinize ulaşmanızı engeller. Bu engeli aşmak bir akıl, zekâ, teknik, fiziksel üstünlük sorunu. Ama sorunun bir de etik bir yanı var. Sahada sizi engelleyen oyuncuya karşı kullanacağınız silahlar etik çerçevede kalacak mı, yoksa hedefe ulaşmak için her araca başvurulabilir mi? Oyunu kuralları içinde oynamak futbolcunun kendi moral değerleriyle ilgili. “Sportmence mücadele” bu moral değerlerin ölçütü.
Futbolun en yalnız ama en önemli aktörlerinden biri hakem. Her şey sonunda hakemin vereceği karara bağlı. Kararları kesin. Türkiye’de taraftar, hakemin verdiği kararın yanlış olduğunu düşünüyorsa, hakemin cinsel tercihlerine ilişkin bir varsayım kurmak gibi başka ülkelerde görülmeyen garip bir yaptırım uyguluyor. Hakem oyunun bütün sorumluluğunu taşıyor. O nedenle, hakemin bir yandan sorumluluktan kaçmaması, gerektiğinde düdüğünü çalabilmesi, öte yandan aşırı otorite gösterisine girmemesi iyi bir yönetim için gerekli koşullar.
Futbol güzel bir oyun. İnsan gövdesinin hareketiyle topun hareketinin bütünleşmesi oyuna estetik bir güzellik veriyor. Yeter ki, futbolu oyun olduğunu unutmadan, kurallarına göre oynayalım.