Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Goncagül 16’da evlendirildi, 17’sinde anne oldu. Goncagül âşık olduğu adama kaçtığı için ağabeyi tarafından öldürüldü.
Sevdiği çocuğa kaçan, lise 3 öğrencisi Hülya ağabeyi tarafından öldürüldü. Ağabey, cinayetten sonra “...Namusumu temizledim. Pişman değilim” dedi.
Dilek 18 yaşında, Alevi olduğu için ailesinin istemediği biriyle evlenmek üzereyken, 17 yaşındaki erkek kardeşi tarafından öldürüldü. Dilek’in ailesi bu durumu oldukça doğal karşılıyor. “Kurtlar Vadisi’ni çok seyrederdi. Ondandır” diyor.
19 yaşındaki Esra erkek arkadaşıyla telefonda konuştuğu için, 17 yaşındaki erkek kardeşi tarafından öldürüldü. “Aile şerefine leke getirdiği” için. (Radikal, 18.01.2009)

Aile adına cinayet
Bu cinayetlerin hepsi son 1-2 ay içerisinde meydana geldi. Hepsinin ortak yanı, genç kızların sevdikleriyle birlikte oldukları ya da telefonda konuştukları için, erkek kardeşleri tarafından öldürülmeleri.
Kardeş, cinayeti aile adına işliyor. Gerekçe hep aynı: Aile namusunun korunması. Cinayetten sonra aile, genelde öldüren kardeşi korumaya çalışıyor.

Toplumsal bir sorun
Bu olaylara bireysel deyip geçemeyiz. Bir toplumsal sorunla karşı karşıyayız. Sorunun temelinde kadının vücudunun kendine ait olmaması yatıyor. Kadının vücudu önce aileye, evlendikten sonra da kocaya ait. Aile ya da koca, kadının vücudu üzerinde hak sahibi. O nedenle kadının vücuduyla ne yapıp, ne yapamayacağına karar veren onlar.
Kadının vücudu üzerindeki egemenlik aile kurumunun kutsallığıyla birleşince, kadının birey olarak yaşamını sürdürmesi güçleşiyor.
Kadınlar sürekli bir toplum baskısı altında... Baskı ailenin erkekleri tarafından kuruluyor. Baba, erkek kardeş, sonra onların yerini alan koca... Aile kurumu kadına sorumluluklar yüklüyor. Kadın ailenin namusundan sorumlu. Bu sorumluluğuna aykırı davranırsa cezalandırılması gerekir. Kadının davranışları sonucu lekelenen aile namusu ancak onu öldürmekle yeniden temizlenebilir. Böylelikle kadına karşı şiddet kullanılması da meşru oluyor.

Kadın neden katlanır?
Aile özel alana ait bir kurum. Aile içi olaylar da özel alanda kalmalı. O nedenle şiddete maruz kalan kadının bu olayı özel alan dışına çıkarması, kocasını şikâyet etmesi hoş görülmez. Kadına katlanması tavsiye edilir. Hatta polis de bu tür aile içi olaylara karışmaktan rahatsızlık duyar. Erkek vurmuşsa haklıdır. Kadın kim bilir ne yapmıştır.
Gerçek yaşamda kadının kocasından şikâyetçi olması çok güç. Kadın eğitimsiz, ekonomik bağımsızlığı yok, çok sayıda küçük çocuğun annesi. Bu koşullarda kadının kocasından şikâyetçi olması kolay mı? Şikâyetçi olursa da, şikâyetin sonucu belli değil. Büyük bir olasılıkla evine geri gönderilecek. Evde onu daha kötü şeyler bekliyor.

Peki, devlet nerede?
Devletin işe karışması ancak cinayet gibi ağır bir suç işlendiği durumlarda söz konusu. Burada yargının olaya bakışı önemli. Hülya olayında yargıç, cinsel ilişkiye girilmesini hafifletici sebep olarak kabul ediyor, erkek kardeşinin cezasında indirim yapıyor.
Türk toplumu modern, çağdaş bir toplum olacaksa, her şeyden önce, kadın sorunlarının toplumsal bir sorun olduğu kabul edilip ekonomik ve eğitim yönleriyle bir bütün olarak ele alınması gerekir.
Sorunun temeli kadın vücudu üzerindeki erkek egemenliği ise, çözüm de kadının kendi vücuduyla ilgili kararları özgürce verebilmesinden geçiyor. Evlenme yaşına gelen kadın istediği erkekle, istediği zaman evlenebilmeli. İstediği zaman, istediği kadar çocuk sahibi olabilmeli. Ancak, bunların gerçekleşmesi kadının eğitimli, ekonomik bağımsızlığına sahip özgür bir birey olmasına bağlı.
Hükümet, bir hiç uğruna yitirilen bu genç kadın yaşamları konusuna seyirci kalıyor. Toplumda kadının rolünü değiştirecek köklü adımlar atmıyor. En son, kapatılan Mor Çatı Kadın Sığınağı da hükümetin konuya yaklaşımını simgeliyor.
Oysa, kadın-erkek eşitliği, kadına karşı şiddetin önlenmesi demokratik ve uygar bir toplumun vazgeçilmez öğeleri.