Hükümet, Türkiye’de yeni bir İnsan Hakları Kurumu kurulması amacıyla hazırladığı yasa tasarısını TBMM’ye gönderdi. Türkiye’de insan hakları kurumlarının eksikliğinden değil, fazlalığından söz edebiliriz. Örneğin, her il ve ilçede kurulan İl ve İlçe İnsan Hakları kurulları gibi, insan hakları ihlallerinden sorumlu kolluk güçlerinin de üye oldukları, etkili ve bağımsız kurumlarımız var!
Kurulması tasarlanan yeni İnsan Hakları Kurumu (İHK) ile ilgili tasarının gerekçesinde, İHK’nın AB ilerleme raporlarındaki eleştiriler göz önünde tutularak ve B.M. Genel Kurulu’nun insan haklarını korumak için ulusal kurumlar kurulmasını öngören 1993 yılındaki 48/134 sayılı kararı ile bu kararın ekindeki ulusal insan hakları kurumlarına ilişkin ilkeleri içeren “Paris İlkeleri” çerçevesinde kurulduğu belirtilmekte.
Paris İlkeleri’nin başında, bu tür ulusal insan hakları kurumlarının bağımsız olmaları ve insan hakları ile uğraşan sivil toplum kuruluşlarının, baroların, tabip odalarının, gazetecilerin, üniversite öğretim üyelerinin temsil edildiği çoğulcu bir yapıya sahip bulunmaları öngörülüyor. Hükümet temsilcilerinin ise, toplantılara danışman olarak katılmaları, yani oy hakkına sahip olmamaları isteniyor.
Oysa, kurulması tasarlanan İHK’nın hükümete bağlı bir kurum olacağını gösteren işaretler var. Tasarıda, İHK’nın “Başbakanlıkla ilişkili” olacağı belirtiliyor. “Bağlı” yerine “ilişkili” sözcüğünün kullanılması romantik bir hava yaratıyorsa da ikisi arasındaki farkı anlamak güç. İHK üyesi olmak isteyenler taleplerini Başbakanlığa bildiriyorlar. Başbakanlık adayları Bakanlar Kurulu’na sunuyor. İHK Başkanı ve on üyesi Bakanlar Kurulu tarafından seçiliyor. Başka bir deyişle, İHK, hükümete bağlı bir başka insan hakları kurumu olacak.
Bunun dışında, tasarıda İHK üyelerinin sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, üniversite öğretim üyeleri gibi türlü kuruluşların temsilcilerinden oluşan çoğulcu bir yapıya sahip olacağını gösteren hiçbir söz yok. Hükümetin kendine yakın gördüklerini İHK üyeliğine ataması için eli serbest bırakılmış. Bu şekilde oluşan bir kurum için tasarıda, “görev ve yetkilerini bağımsız olarak yerine getirir... Hiçbir makam talimat veremez” ifadesinin kullanılması bir anlam taşımıyor.
Yetkilerine baktığımız zaman da, Paris İlkeleri ile uyum içerisinde olmadığını görüyorsunuz. Paris İlkeleri’nde, ulusal insan hakları kurumlarının ulusal yasalar ile devletin taraf olduğu uluslararası insan hakları belgeleri arasında uyum ve bu belgelerin uygulanmasını sağlamaları öngörülüyor. Buna paralel bir madde İHK tasarısında bulunmuyor.
İHK’nın en önemli görevi “İhlal İddialarını İnceleme Birimi”nde toplanmış. Bu birim ihlal iddialarını başvuru ile veya resen incelemek, ilgili kuruluşlara bildirmek ve sorumlular hakkında yasal işlemleri başlatmakla görevli. Öyle anlaşılıyor ki, hükümet, Anayasa Mahkemesi iptal ettiği için yaşama geçiremediği ombudsmanın görevlerini İHK’ya vermiş. Bu olumlu bir gelişme olabilirdi. Ne var ki, ombudsmanın etkili olabilmesi için güvenilir olması gerekir. Güvenilirliğin koşulu ise, bağımsızlık ve tarafsızlık. İHK’nın oluşumu bu güveni vermiyor.
Gönül isterdi ki, hükümet gerçekten özerk, bağımsız ve uzmanlardan oluşan çoğulcu yapıya sahip bir insan hakları kurumu kurabilsin. Buna, uluslararası insan hakları belgeleri ile ulusal yasalar arasında uyum sağlama, uluslararası organların, örneğin AİHM’nin kararlarının ulusal düzeyde uygulanmasını gözetme görevini versin. O zaman böyle bir İHK, insan hakları alanında önemli bir aşama niteliği taşırdı. Hele Rusya’nın onayı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. Protokolü’nün yürürlüğe girmesi ve AB’nin Sözleşme’ye taraf olması olasılığı ile AİHM’nin artan önemi karşısında Türkiye’nin gelişmelere ayak uydurma çabası şeklinde görülebilirdi.
AKP iktidarının en önemli sorunlarından biri kendinden bağımsız kurumlarının varlığını kabul edememesi. Ne yazık ki, İHK tasarısı bu sorunun başka bir göstergesi.