İşçiler, 31 yıllık bir uğraş sonucunda, 1 Mayıs 2009 tarihinde, Taksim Meydanı’na girdiler. Bütün yurt mutluluğa boğuldu. Oysa Taksim Meydanı’na işçilerden başka herkes giriyor. Her türlü tören burada yapılıyor. Bundan kısa bir süre önce polisler geçit resmi düzenlediler. Bir kamu düzeni kaygısı varsa, güvenlik güçlerinin görevi gerekli önlemleri almak. Kaldı ki, aynı kamu düzeni kaygıları kentin başka meydanları için de geçerli.
Bu yıl işçilerin Taksim Meydanı’nda toplanmalarının başka bir anlamı vardı. Ekonomik krizden en fazla zarar gören işçiler. İşten çıkarmalar büyük rakamlara ulaştı. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 16 dolayında. Yaklaşık dört milyon kişi işsiz. Bunun 530 binini son bir yılda işine son verilenler oluşturuyor. Böyle bir ortamda Taksim’de toplanmak isteyen işçinin, yoksulun, kamu çalışanlarının, işsiz gençlerin, kadınların amacı elbette hükümetin politikalarını eleştirmek, demokratik protesto haklarını kullanmaktı. Engellenmek istenen de acaba bu muydu?
Sorunun üç boyutu
Ekonomik krizde işçinin sesini yükseltmesi çok doğal. İşçinin neden olmadığı bir krizin en ağır faturasının işçiye çıkarılmasını sosyal adalet ilkesiyle bağdaştırmak güç. O nedenle dünyanın her yanında işçi sendikaları, hükümetlere karşı talepler ileri sürüyorlar.
Türkiye’de sorunun üç boyutu bulunmakta:
a) Mevcut sendikal düzendeki aksaklıklar: Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC), Türkiye’nin AB’ye üyelik görüşmeleri sürecinde “sosyal politikalar ve istihdam” faslının açılmasıyla ilgili olarak Olli Rehn’e gönderdiği mektupta bu aksaklıklara işaret ediyor. Mektupta, hükümetin sendikal haklarla ilgili değişiklik önerilerinin ILO, Avrupa Konseyi ve AB temel normlarını karşılamadığı, önerilen metinlerin kamu ve özel sektördeki sendikaların işleyişi, toplu pazarlık ve grev hakkı konularında sınırlamalar içerdiği belirleniyor. Mektuptaki, ETUC’un önerileri arasında şunlar var:
Toplu sözleşme hakkına sahip olmak için gereken, işyerinde yüzde 50 gibi barajlar düşürülmeli; toplu pazarlığın kapsamı genişletilmeli; grev hakkına ilişkin sınırlandırmalar, ceza yaptırımları kaldırılmalı; kamu sektöründe çalışanların örgütlenme, toplu pazarlık ve grev hakları genişletilmeli. Hükümet bu temel değişiklikleri henüz gerçekleştiremediği için bu fasıl açılamadı.
Bunun yanında, DİSK’in hazırladığı “Sendikal Haklar İçin Temel Talepler” belgesinde, gerek sendikal örgütlenmeye, gerek toplu iş sözleşmesi ve grev hakkına ilişkin yasalarda yapılacak değişikliklerle ilgili ETUC’un önerilerine paralel ancak daha geniş kapsamlı talepler var.
b) Ekonomik krize karşı işçinin ve yoksulun korunması: DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, hükümetin hazırladığı ekonomik krizle ilgili paketlerde emekçilerin yaşamını etkileyen bir düzenleme çıkmadığını belirterek kendi “emek paketlerini” açıkladılar. Pakette yer alan talepler şöyle: İşsizlerin sağlık giderleri kamu tarafından karşılanmalı, işsizlik fonunun süresi ve kapsamı genişletilmeli, açlık sınırında yaşayan insanlara yurttaşlık ücreti ödenmeli, temel tüketim, gıda maddeleri ve ilaçta KDV kaldırılmalı, ücret farkı olmadan çalışma saatleri günde 7 saate indirilmeli.
Hak eksenli yardım
c) Yoksulluğa karşı mücadele: Ekonomik kriz, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de yoksulluğun boyutlarının büyümesine, yoksulluk eşiğinin düşmesine yol açtı. Ünlü Amerikalı toplumbilimci Wallerstein, ekonomik kriz sırasında yoksulları desteklemeyen hükümetlerin ayakta kalamayacağını söylüyor. Ancak bu desteğin etkili olabilmesi için, cemaatler tarafından yapılan hayırseverlik bağışları şeklinde değil, insan hakları eksenli sosyal politikalarla gerçekleşmesi gerekli.
Demokrasi ve özgürlük eşitlikle birlikte ele alınması gereken kavramlar. Eşitsizlikler içeren bir sistemde özgürlükten de söz etme olanağı yok.