Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Son olayların gündelik şoklarından kendimizi soyutlayıp, bu toz duman içinde hukuki sürece soğukkanlılıkla bakmak giderek güçleşiyor.
Ceza yargılamasının soruşturma aşamasında savcı suç ve suçlu hakkında bir varsayım oluşturur. Bu varsayımın doğruluğunu test edecek olan makam yargıdır. Savcı kendi varsayımının doğru olarak kabul edilmesi ve buna uygun bir karar verilmesi için mahkemeye kanıtlar sunar.
Ancak, savcının mahkemeye sunduğu kanıtların yasal yollardan elde edilmesi gerekir. Yasal yollardan elde edilmeyen kanıtlar yargıç tarafından değerlendirmeye alınmaz. Aksi takdirde, adil yargılama ilkesinin ihlaline yol açar.
Bu bağlamda, Ergenekon soruşturmasında telefonların dinlenmesi yoluyla elde edilen kanıtların hukuka uygun olup olmadığı önemli. Dinlemenin gizli olması, ilgili makamların keyfi davranmaları olasılığını artırıyor. O nedenle AİHM, her şeyden önce dinleme yetkisini düzenleyen yasaların açık olmasını ve ayrıntılı hükümler içermesini öngörüyor.
Ondan sonra, şu koşulları arıyor: a) Telefonu dinlenecek kişilerin belirlenmesi. b) Dinlemeye yol açan suçun niteliği. c) Dinleme süresi. d) Dinlenen konuşmaların yazıya dökülmesinde izlenecek usul. e) Kayıtların tümünün yargıç ve savunma tarafından incelenmesini sağlanması. f) Kayıtların imhası. Ayrıca, dinleme izninin yargıç tarafından verilmesi gerekiyor. (Valenzuela Contreras/İspanya-1998).

Kuşku inandırıcı olmalı
Ergenekon soruşturmasındaki telefon dinlemelerinin yukarıdaki koşullara uyup uymadığını takdir edecek olan yargı organı. Koşullarda eksiklik varsa, dinlemeyle elde edilen kanıtları kabul etmeyebilir.
Bir başka sorun da, kendi telefonu dinlenmemesine karşın, dinlenen kişi ile konuşanın durumu. AİHM bu tür bir davada, davacının, telefonu dinlenen kişi olmadığı, konuştuğu kişinin telefonunun dinlendiği yolundaki hükümet savunmasını kabul etmedi ve özel yaşamın ihlal edildiğine karar verdi (Lambert/Fransa-1998).
Son günlerde, çok sayıda kişi gözaltına alınıyor, bir bölümü sorgulandıktan sonra serbest bırakılıyor. Bireyin özgürlüğünün sınırlanması ciddi bir konu. Bunun keyfi bir biçimde, kötüye kullanılmaması için AİHM, özgürlüğün sınırlanmasının mutlaka makul bir kuşkuya dayanmasını arıyor. Ceza Muhakemesi Yasası da gözaltına alınmayı “kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emareler”in bulunması koşuluna bağlıyor.
Kuşkunun inandırıcı olması gerekli. Bu aşamada suçun kanıtlanması istenmiyor. Ancak, savcı, objektif bir gözlemciyi, ilgili kişinin suç işlemiş olabileceğine ikna etmeye yeterli bilgi ve verilere sahip olmalı. Örneğin, Berktay/Türkiye (2001) davasında, AİHM, Berktay’ın gözaltına alınmasına yol açan nedenlerin inandırıcı bir kuşkunun varlığını ortaya koymadığını ileri sürerek Sözleşme’nin 5. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.

Kuşkunun objesi olmak
Bir emekli yüksek yargı üyesinin evinde beş saat arama yapılması da özgürlüğün sınırlandırılmasına girer. Bu olayda da makul bir kuşkunun aranması gerekir.
Ergenekon soruşturmasının bir başka özelliği var. Milyonlarca insan, akşamları oturdukları koltuklardan bir dizi seyreder gibi, bir zamanlar en sorumlu makamlarda bulunmuş kişilerin, tıraşı uzamış görevliler arasında itile kakıla götürülmelerini, polis arabasına bindirilmelerini seyrediyor. Sonra, çoğu serbest bırakılıyor. Ama bu, o kişilerin, maruz kaldığı, insan saygınlığıyla bağdaşmayan sahneleri belleklerden silmiyor.
Yasaların öngörmediği bir bedel ödüyorlar. Bir üniversite hocasının kafasından itilerek arabaya bindirilmesi bunun bir simgesi. Seyreden kitleler bir süre sonra bu sahnelerden rahatsız oluyorlar.
“İşlenen suç cezasız kalmasın. Adalet yerini bulsun. İyi de, bu kurulan mekanizmanın kim bilir bir gün sizi, beni, onu da alıp götürmeyeceğinin güvencesi ne?” diye düşünmeye başlıyorlar.
İşte o zaman topluma korku egemen oluyor. Bu mekanizmayı kurup işletenlere karşı kuşku duyuluyor. Kuşkuları araştıranlar, kendileri kuşkunun objesi oluyor.