Toplumsal belleğimizi biraz kurcalayalım. 10 Aralık 2009’da Bursa’da kömür ocağındaki patlama nedeniyle 19 işçi, 23 Şubat 2010’da Balıkesir’de gene aynı nedenle 13 işçi yaşamını yitirdi. Birkaç gün önce de Zonguldak’taki patlama 30 işçinin canını aldı. Demek ki, birkaç ayda bir maden ocaklarındaki kazalar nedeniyle işçiler ölüyor. Bu durumda, yılsonundan önce, başka bir maden ocağında bir patlama olması ve işçilerin ölmesi beklenebilir.
İstatistiklerden ölümlerin nedenini anlamak olanağı var. Maden Mühendisleri Odası’nın açıkladığı rakamlara göre, 2004’te madenlerin özel şirketlere, taşeronlara açılmasıyla kazalarda belirgin bir artış görülüyor. 2004 yılında iki olumlu tek bir kazaya karşılık, 2008’de 43 işçi, 2009’da 92 işçi, 2010’nun ilk beş ayında ise 66 işçi ölmüş. Bu, maden ocağı isleten her ülkede görülen, işin doğasından kaynaklanan bir durum değil. Öyle olsaydı, Türkiye iş kazalarında Avrupa’da birinci olmaz, dünyada ilk onun arasına girmezdi.
Peki, bu tablo karşısında hükümet ne yapıyor? Hükümet kazaları önleyecek önlemleri almak yerine, kazalar olup bittikten sonra doğabilecek toplumsal tepkileri önlemeye çalışıyor. Bu amaçla, ilgili bakanlar kaza yerine geliyorlar. Bol bol televizyonlara demeç veriyorlar. Sonra Başbakan sorunu iyicene küçülten konuşmalar yapıyor. “Grizu patlamaları işin fıtratında var” diyor. “Bölge insanı bu tür olaylara alışık” diyor. “Abartıyorsunuz” diyor. Sonra sorumluyu işaret ediyor: “Kader.”
Ama bu yaklaşım hükümeti sorumluluktan kurtarmıyor. Başka ülkelerde neden bu sıklıkta ve bu boyutlarda kazaların meydana gelmediği sorusu ister istemez insanın aklına takılıyor. Türkiye Maden Mühendisleri Odası Başkanı, “Bilimsel veriler, iş kazalarının %98’inin önlenebilir olduğunu göstermektedir” diyor.
Maden işletmeciliğinin taşeron şirketlere devredilmesiyle iş kazalarının arttığı rakamsal bir gerçek. Rakamlardan da anlaşılan o ki, en azından bazı taşeron şirketler, maliyetleri düşük tutup kâr payını arttırmak için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinden fedakârlık yapıyorlar. İnsan yaşamını bir maliyet kalemi olarak görüyorlar.
Çok değişik alanlarda çalışan, madencilik alanında uzmanlaşmamış bu taşeron şirketler, çoğu kez gerekli önlemleri alacak teknik deneyime de sahip değiller. Ayrıca üretim sürecinin ayrı ayrı taşeronlaştırılması, örneğin, hazırlık, üretim, nakliye, aydınlatma, havalandırma sistemlerinin ayrı firmalarca üstlenilmesi üretim sürecinin bütünlüğünü bozuyor, bir eşgüdüm sorunu yaratıyor, iş güvenliği açısından riskleri çoğaltıyor.
Sorunun bir başka yanı, taşeronlaşmaya paralel olarak sendikal örgütlenmenin sınırının daraltılması, taşeron firmalarda çalışan işçilerin çoğunun sendikasız olması. Bu iş güvenliği açısından iki türlü sakınca yaratıyor. İşçi gerekli eğitimi görmeden yeraltına iniyor. Ayrıca, işçi güvenliksiz koşullarda çalışmayı reddederse isine son veriliyor. Sendikasız işçinin işveren karşısında direnecek gücü yok.
Bir de denetim sorunu var. Yapılan denetimlerin yetersiz olduğunu Maden Mühendisleri Odası söylüyor.
Zonguldak’taki olayın ardından savcılığın etkili bir soruşturma yapması ve ihmal nedeniyle ölüme yol açılmışsa sorumluların cezalandırılması gerekiyor.
Ancak, bunun yanında, birkaç ayda bir maden ocaklarında patlamalar nedeniyle işçilerin öldüğünü, bunun adeta süreklilik kazandığını göz önünde tutarak hükümetin, sorumluluğu kadere yıkmak yerine, kamuoyuna bir açıklama yapması gerekmez mi? Örneğin, kömür işletmeciliği konusunda hangi taşeron firmalarla, ne gibi sözleşmeler yapılmış? Bu firmalar almaları gereken önlemleri almışlar mı? Denetim sistemi yeterli mi? Yaptırımlar neler?
Madenlerdeki iş kazalarının yol açtığı ölümler, ‘kader’in değil, belirli bir politikanın sonucu. Türkiye’de sosyal devlet kurulana dek maden ocaklarında kan, ölüm, gözyaşı dinmeyecek.