İnsan hakları, her insanın doğuştan sahip olduğu haklar. Evrensel nitelikte... O nedenle ülkeye değil, bireye bağlı. Birey hangi ülkede olursa olsun aynı haklara sahip. Dolayısıyla, devletin insan haklarını koruma görevi kendi vatandaşlarıyla sınırlı değil; vatandaşı olsun olmasın, yetki alanı içindeki bütün bireylerin hak ve özgürlüklerini korumakla yükümlü. Nasıl ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. maddesi, sözleşmeye taraf devletlerin yetki alanları içindeki herkese sözleşmede tanımlanan hak ve özgürlükleri sağlamakla yükümlü olduğunu öngörürken vatandaşlık bağı kurmaz.
Uluslararası eleştiri
Türkiye’nin insan hakları alanındaki kronik sorunlarından biri, Türkiye’ye gelen sığınmacıların haklarının korunması. Türkiye’nin bu insanların haklarını korumada yetersiz kalması uluslararası alanda eleştiriliyor. Bu eleştirileri, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’yle ilgili 2008 İlerleme Raporu’nda ve Uluslararası Af Örgütü’nün Nisan 2009’da yayımladığı raporda buluyoruz.
Bütün eleştirilerin birleştiği birkaç nokta var. Türkiye 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne ve 1967 Protokolü’ne coğrafi sınırlamayla taraf oldu. Buna göre, Türkiye Avrupa dışındaki ülkelerden gelen kişileri ilticacı olarak kabul etmemekte. Oysa Türkiye Avrupa dışındaki ülkelerden zulüm göreceği korkusuyla kaçan insanlar için sığınılacak bir ülke. Ankara’daki Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği (BMMYK), 2006 yılında 4 bin 550, 2007 yılında 7 bin 650, 2008 yılında 12 bin 980 sığınma başvurusu almış. Türkiye bu sığınmacılara geçici ikamet veriyor. BMMYK de sığınmacıları alacak üçüncü bir ülke arıyor, bulunursa o ülkeye gönderiliyor.
Bulgaristan, Bosna-Hersek, Çeçenistan, Kosova gibi Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye gelen sığınmacılar için de durum farklı değil. Onlara da ilticacı statüsü tanınmıyor. Örneğin, Çeçenlere, hukuken belirsiz “misafir statüsü” tanınmakta, böylelikle geleneksel Türk konukseverliği sergilenmekte. Ancak, resmi belgeleri olmadığından, sadece çok az ücretle kaçak işlerde çalışabilmekte ve yoksulluğa mahkûm edilmekteler.
Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne getirdiği coğrafi sınırlama nedeniyle korunmaya gereksinimi olan insanlara koruma vermekten kaçınmasının gerekçesi, devletin çıkarları. Oysa, asıl sorun devlet ve insan hakları arasındaki çelişkilerin ortadan kaldırıldığı bir devlet anlayışının yerleştirilmesi. Türkiye’nin, üyesi olduğu devletler topluluğunda hiçbir devletin başvurmadığı bu sınırlamayı bir an önce kaldırması önem taşıyor.
Yasal boşluk
Başka bir ortak eleştiri, yasal boşluk. Türkiye’de ilticacı sığınmacıları korumaya yönelik yasal bir düzenleme yok. Sürekli değiştirilen İltica Yönetmeliği ile Uygulama Talimatı bu boşluğu doldurmakta yetersiz kalıyor. Türkiye’nin bir yasayla bu konuyu düzenlemesi önem taşıyor. Avrupa Komisyonu Raporu’nda yasal düzenlemelerin gözden geçirilmesi ve ilticayla ilgili yeni bir idari birimin kurulması tavsiye ediliyor.
Başka bir sorun, sınır kapılarında sığınma işlemlerine erişimin engellenmesi... İlticacılar sınırı geçmeden önce geri gönderilirse, iltica talebinde bulunamıyor. Oysa ilticacıların geldikleri ülkeye zorla gönderilmemesi mülteciler hukukunun en temel ilkesi.
Havaalanlarındaki transit bölgeleri de Türkiye sınırları dışında sayılıyor. Buraya gelen bazı sığınmacıların Türkiye’ye giriş yapmalarına izin verilmeden geri gönderildiklerine ilişkin örnekler, Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda yer alıyor. Bu tutum AİHM kararlarına, dolayısıyla Anayasa’nın 90. maddesine aykırı. AİHM’in Amuur/Fransa (1996) davasında, Somali’den gelen ilticacılar 20 gün transit bölgede tutuluyor. AİHM kararında, transit bölgede tutulmanın sığınmacının iltica işlemlerine erişimini engellememesi gerektiğini belirtti.
Sınır noktalarındaki görevlilerin bu konularda eğitimsiz oldukları, sığınmacıların haklarını bilmedikleri başka bir eleştiri konusu.
Türkiye’nin sığınmacılara karşı tutumu, bu konudaki hukuksal ve idari altyapısı uluslararası standartların gerisinde. Türkiye’nin konuya ciddi bir biçimde eğilerek, gereken önlemleri yürürlüğe koyması, insan haklarına saygılı bir devlet olabilmesinin vazgeçilmez koşulu.