Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Son bir aydır değişik kentlerin Barolarının daveti üzerine insan hakları ve AİHM kararları üzerine konferanslar veriyorum. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Özdemir Özok ile birlikte, Adana, Gaziantep, Manisa barolarının düzenlediği toplantılarda konuştuk. Manisa toplantısına sınıf arkadaşım eski Anayasa Mahkemesi üyesi Prof. Fazıl Sağlam da katıldı. Bu konferanslar sadece avukatlarla değil, yargıç ve savcılarla da sohbet etme olanağını verdi. Her üç kentte de, Baro Başkanları ve üyeleri tarafından gösterilen ilgi ve içten dostluğa teşekkür etmek isterim.
Bu ziyaretlerde şunları gözlemledim: Toplantılara büyük bir ilgi vardı. Baro üyeleri hafta sonu dinlenmelerini bırakıp toplantılara geldiler. Yargıç ve Savcılar da katıldılar. Sorulan sorular ve toplantı sırasındaki tartışmalardan katılımcıların bildikleriyle yetinmeyip, bu bilgilerini derinleştirmek istedikleri anlaşılıyordu. Ayrıca, gerek avukatların, gerek savcı ve yargıçların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemini zihinlerinde içselleştirdikleri görülüyordu. Belki de toplantıların en etkileyici yanı buydu.
Bütün bunların gösterdiği şey şu: Türk hukuk sistemi, bütün fiziksel, toplumsal, eğitimsel hatta siyasal sınırlamaları aşıp hukukun küreselleşmesi sürecine ayak uydurmaya çalışıyor.
Hukukun küreselleşmesinin iki yönü var: Hukukun evrenselleşmesi ve yargının evrenselleşmesi. Günümüzde, uluslararası hukukun bir özelliği suçların evrenselleşmesi. İnsanlığa karşı işlenen suçlar, terörizm, insan ve uyuşturucu trafiği, kara paranın dolaşımı, hiç bir devletin tek başına çözüm getiremeyeceği, ulusal sınırları aşan suçlar. Bu suçlar uluslararası işbirliği yanında yeni uluslararası hukuk kuralları da gerektiriyor. İnsan hakları hukuku ise gerçek anlamı ile evrensel bir nitelik kazandı. Bireyin hak ve özgürlükleri devletlerin egemenlik alanları dışında. Bütün uluslararası toplumun sorunu. Öte yandan Uluslararası yargı organları giderek yaygınlaşıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Amerika İnsan Hakları Mahkemesi, AB Avrupa Adalet Divanı, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi, eski Yugoslavya, Rwanda için kurulan Uluslararası Suçlar Mahkemeleri, uluslararası uyuşmazlıkların çözümü için kurulan, Dünya Ticaret Örgütü ya da Deniz Hukuku Mahkemeleri gibi yargı organları aracılığı ile uluslararası hukuk yargısallaşıyor. Aynı zamanda, yeni bir hukuk yaratılıyor. Bütün bu gelişmeler, devletlerin egemenlik alanını daraltıcı nitelikte. Devletler kendi yasama organlarının dışında yaratılan bir hukuka uymak zorunda kalıyorlar. Bunu yaparken de “halkın iradesini yansıtan Meclis’e sınırlama getirilemez” demiyorlar.
Hukukda küreselleşmenin öteki yüzü ulusal yargının evrenselleşmesi. Yargıçların ulusal hukukla sınırlı kalarak karar vermeleri giderek yetersiz kalıyor. Günümüzde ulusal yargıçların yararlanacağı yeni bir kaynak var: Uluslararası mahkemelerin kararları. Bunun yanında, yargıç uluslararası hukukun ulusal düzeydeki uygulayıcısı rolünü oynuyor. Nasıl ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulamakla birinci derecede görevli ulusal yargıç. Strasbourg’daki yargıcın rolü tamamlayıcı nitelikte. Bütün bu gelişmeler ulusal yargıcın otoritesinin güçlenmesine yol açıyor.
Ayrıca, yargıçlar, savcılar, barolar arasındaki uluslararası temaslar giderek yoğunlaşıyor. Yüksek mahkemeler arasındaki kurumsallaşan temaslar yanında, yargıçlar, savcılar, uluslararası toplantılarda biraraya geliyorlar. Bu yoğun trafik bir evrensel hukuk toplumu yaratıyor.
Türkiye’nin sorunu evrenselleşen hukuka ayak uydurabilmek. Bu doğal olarak eğitimle başlıyor. Hukuk eğitiminin dışa dönük, öğrencide dünyada hukuk alanında olup bitenlere karşı merak uyandıran bir eğitim olması önem taşıyor.
İkinci olarak, yargıda yabancı dil sorununun üstesinden gelmemiz gerekli.
Üçüncü olarak yargıçların, savcıların, baroların dış temaslarının teşvik edilmesi önemli.
Türkiye’nin hukukda çağını yakalaması, demokratik, modern, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olmasının vazgeçilmez bir koşulu. Bütün bunlar için, herşeyden önce siyasal, iktidarların kendi ideolojilerine uygun bir yargı yaratma çabalarından vazgeçmeleri gerekir. Yargının mutlak bağımsızlığı sağlanmadıkça yargının çağdaşlaşması da olanaksız.