Türkiye-AB ilişkileri 1963 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşması’na uzanıyor. O yandan bu yana köprünün altından çok sular aktı. Gümrük Birliği anlaşması yapıldı. Türkiye’nin aday ülkeliği kabul edildi. Üyelik görüşmeleri başladı. Bütün güçlüklere karsın görüşme süreci sürüyor. Ne var ki, bütün bu gelişmelere karsın Türkiye 1963’ten bu yana hiçbir zaman AB’den bu denli uzak olmamıştı. Bunun nedenleri üzerinde durmak gerekir.
AB, bir ekonomik birlik, bir para birliği demek değil. AB ülkelerini birbirlerine bağlayan, bir değerler bütünü. Bunların başında demokrasi ve laiklik geliyor. AB ülkeleri arasında din-devlet ilişkileri bakımından tarihsel gelişmelerden doğan farklılıklar olabilir. Ama hepsinin ortak noktası sekülerize toplumlar olmaları. Yani bireylerin dinsel inançlarını özel alanda tutmaları, toplumsal yaşamlarına yansıtmamaları. Din ve siyaset arasındaki çizginin çok açık bir biçimde çizilmesi.
Bireysellik temel değer
Demokrasi aynı zamanda çoğulculuğu içeriyor. Çoğulculuk bireylerin farklılıkları ile kabul edilmelerinin, yasalar karşısında eşit olmalarının güvence altına alınması. Aynı zamanda bireylerin aykırı düşüncelerini hiçbir yasaklamaya maruz kalmadan ifade etmek, serbestçe tartışmak özgürlüğüne sahip olmaları.
AB’nin temel değerlerinden biri de bireysellik. Demokrasinin, laikliğin temeli insan. Kendi iradesiyle kendi öyküsünü yazabilen özne-insan. Birey merkezli düşünce aynı zamanda insan haklarının doğmasına yol açıyor.
Batı uygarlığı Avrupa’yı içine almakla birlikte sınırları Avrupa’da bitmiyor. Batı uygarlığının değerleri evrensel bir nitelik taşıyor. Batı’nın malı olmaktan çıkıyor. Batı değerlerinin evrenselleşmesi, düşüncenin laikleşmesinin sonucu. Düşünce dinden bağımsızlaşınca, dini ne olursa olsun, insanlığın tümü, tüm toplumlar için geçerli olan evrensel ilkeleri aramaya başlıyor.
Laiklikten geçen yol
AB-Türkiye ilişkilerinde, laiklik bu nedenle çok önemli. AB’nin temelini oluşturan ortak değerlere giden yol, laiklikten geçiyor. Türkiye ile AB’yi değerler temelinde birleştiren ya da ayıran laiklik ilkesi. Türkiye 1987’de tam üyelik için başvurduğunda bunun bilincindeydi. Türkiye’nin “Avrupalılığını” anlatmak için 1988’de yazılan Turgut Özal imzalı ve “Avrupa’da Türkiye” başlıklı kitapta laikliğe vurgu yapılır. “1920 ve 1930’larda yapılan geniş kapsamlı laik kültürel reformlar, Türk kültürüne bütün yönleriyle, yeni bir şekil vermiştir” ifadesi kullanılır.
Laiklik Türk demokrasisinin temel öğesi. Laiklik tek başına demokrasiyi sağlamakta yetersiz ama demokrasinin ön koşulu. O nedenle Türkiye laiklikten uzaklaştıkça demokrasiden de uzaklaşıyor.
Bugün Türkiye’nin AB’ye karşı kullandığı resmi söylem AKP iktidarından önce ileri sürdüğü “Ben Avrupa’nın bir parçasıyım. Eskiden de böyleydi, bugün de böyle. Laik bir ülkeyim. Batı ile aynı değerleri paylaşıyorum. O nedenle AB’ye üye olmak istiyorum” söylemi değil. Bugün söylenen su: “Ben sizden farklı bir uygarlıktan geliyorum. Sizin bütün değerlerinizi paylaşmıyorum. Buna rağmen beni içinize almalısınız.”
Uygarlık ve kültür farklı
Bu söylemde, “kültür” ile “uygarlık” birbirine karıştırılıyor. Kültür, bir topluma özgü, yerel olan, devredilemeyen özellikler. Uygarlık ise, bir toplumdan diğerine aktarılabilen, sürekli bir ilerleme göstererek gelişen değerler. Türk toplumu, her toplum gibi, kendine özgü kültürel özelliklere sahip. Bunlardan vazgeçmek söz konusu değil. Söz konusu olan, kendi kültürünü saklı tutarak, batı uygarlığının evrensel değer sistemini benimsemek.
Dinin giderek örtülü bir devlet ideolojisi niteliğine büründüğü, muhalif basının türlü baskılarla susturulmaya çalışıldığı, siyasal iktidarın toplumsal ve bireysel yaşamın her yanını kontrol altına aldığı, özerk kurumların varlıklarını sürdürmelerinin güçleştiği, bireysel değil, cemaatsel yaşamların egemen olduğu bir Türkiye’nin AB üyesi olması güç. AB rotasından çıkan Türkiye’nin ise, demokratik, çağdaş, uygar bir hukuk devleti olması olanaksız.