Yazarlar Sonunda 3001 de yazıldı

Sonunda 3001 de yazıldı

31.03.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Edip Emil Öymen

Sonunda 3001 de yazıldı

İngiliz bayrağı artık pop kültürü simgesi oldu... Modacılar el attı. Bu, ilk kez olmuyor. Ama son zamanlarda iyice belli. Modacı Alexander McQueen, sanatçı David Bowie'ye bayraklı ceket dikti. Modacı Clements Ribeiro, bayraklı bir kazak örüp manken Naomi Campbell'e giydirdi. Pop yıldızları, Oasis grubunun lideri Liam Gallagher (24) ve sevgilisi Patsy Kensit (28), yastığı, yorganı ve çarşafı bayraktan bir yatakta yarı çıplak poz verdiler. Çok ünlü Anglo - Amerikan yaşam kültürü dergisi Vanity Fair'e kapak oldular. Pop grubu Baharatlı Kızlar - Spice Girls'ün delidolusu Geri, kilotunu bile örtmeyen mayomsu bir bayrak - kılıkla sahneye çıktı... Örnekleri artırmak mümkün.
Memlekette bayrak yasası falan olmadığı için yasadışı bir durum da yok. Kimse kalkıp "N'oluyor?" da demedi. Çünkü İngiltere'de herkes, kendisini bireysel düzeyde istediği gibi ifade eder. İsteyen, istediğini yapar. Kimse dönüp bakmaz bile.
Ama bu hoşgörü, şıp diye oluşmamış. Yüzyıllar sürmüş. Ve burası bir ada olduğu için, Avrupa'nın Franko - Cermen etkisinden uzakta kalmış. Her türlü uçuk kaçık fikir için bir ifade sığınağı olmuş.
Modacı ve pop sanatcılarının aksesuarı haline gelen bayrağa sahip çıkanlar var elbette. Evet, bildiniz: Aşırı milliyetçi ırkçılar ve ılımlı milliyetçi Muhafazakar Parti.

Ünlü 2001 - Uzay Yolu Macerası filminin bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke, 3001'i de yazdı. Bu, 80 yaşındaki kötürüm yazarın son romanı olacağa benzer.
2001, yönetmen Stanley Kubrick'in elinde film olarak müthiş sükse yapmıştı 30 yıl önce. O yıllarda uzay çalışmaları bugünkü kadar gelişmiş değildi. Uzay mekikleri, uzayın içlerine gönderilen acaip araçlar hep daha sonradır. Aya bile 1969'da gidilmişti. Bilgisayarlar masa üstünde değildi. Dev dolaplar halinde odaları dolduruyordu. Bugün doğal sayılan birçok teknik, daha tasarım halindeydi.
Sürü sepet bilim kurgu romanı arasında 2001 çok özeldir. Çünkü yazarı, kafadan atmıyor, bilerek yazıyordu. Arthur, çocukluğundan beri bilime meraklıydı. 1940'larda hava kuvvetlerinde radarcı olarak çalıştı. Savaştan sonra fizik ve matematik öğrenimi yaptı. Astronomide mezuniyet sonrası eğitim gördü. Bu yüzden romanları bilime çok yakındır. Ve Arthur sadece roman yazarı da değil. 100'ü aşkın bilimsel makalesi uzmanlık dergilerinde yayınlandı. 1960'larda uzay çalışmalarında danışmanlık yaptı.
Ve şimdi 3001 - Son Yolculuk... Yayınevi, ölmeden bu kitabı da yazsın diye 1 milyon dolar avans ödedi. O da geleceği, 300 sayfada "gördü": Jüpiter'in ikinci `ayı'nda yaşamaya başlayan yeni bir ırk... Din'in "yasaklandığı" ama Tanrı'ya inancın serbest bırakıldığı bir dünya... Nüfus artışı yüzünden yer kalmamış... Dünyaya 35 bin kilometre uzunluğunda asansörlerle bağlı 4 uydu yapılmış... Ve insanlar et yemiyor artık. Hepsi sebzeyle besleniyor... Bilgi, kafaya takılan bir aygıtla hop diye beyine aktarılıyor. Aygıt takılabilsin diye herkes dazlak... Ve kimlik, avuç içine doğumda takılan bir mikroçipte yazılı.
3001: Final Odyssey. Arthur C. Clarke, Harper Collins, 16.99 Sterlin.


Japonların çiğ balık (suşi) merakı ve teknoloji birleşeli 30 yıl oldu. Garsonsuz ve self - servissiz fabrikasyon lokantalar Japonya'da bol. Ama Japonya'ya gitmeyen, gitse bile otomasyon çiğ balık yeme fırsatı bulamayan milyonlarca meraklı için şimdi bu lokantaların en büyüğü Londra'da açıldı.
İleri teknoloji ürünü bir mekan. Otomobil fabrikalarındaki türden, otomatik bir şerit. Yılan gibi kıvrılan, 60 metre uzunluğunda nikelajlı bir tezgahta ilerliyor şerit. Üzerinde çeşit çeşit suşi tabakları. Her tabağın rengi farklı. Renkler, fiyatı gösteriyor. Duvardaki listeden fiyatına bakarak, önünüzden geçen tabağın da içine bakarak istediğinizi alıyorsunuz. Soslar, sirkeler, tuz ve maden suyu da elinizin altında. Suşi çeşitlerini bilmiyorsanız sorun değil. Duvarda renkli panolarda gösterilmiş. Ortada garson falan yok. İçeri girip şeritin başına oturup başlıyorsunuz. İstediğiniz suşi önünüze gelene kadar. Bitirince de tabağınızın rengine göre parayı ödeyip çıkıyorsunuz. Bütün bu işlemler sırasında tek satır konuşmak şart değil. Tam Japonlara uygun bir iş: Hızlı... Amaca yönelik... İsraf yok...

Meraklısına not : Yo! Sushi. 52 Poland Street, London W1. Tel: 171 287 0443.

Shine, şu sıralarda gösterimde. Acı bir öykü: Dahi çocuk David Helfgott, babasının iyi niyetli ama hatalı ağır baskısı sonucu, evet süper bir piyanist olur. Ama aklını yitirir. 22 - 37 yaşlarını akıl hastanesinde geçirir. Zararsız olduğu için taburcu edilir. Kendisinden 15 yaş büyük bir kadının ilgisi ve sevgisi sayesinde az da olsa normale döner.
David Helgott, gerçek bir piyanist. Müzikçilerin "yumurta kafa" dedikleri türden uçuk, kaçık, delimsi, patolojik heyecanlı, sinir ilaçlarıyla ayakta duran 49 yaşında bir sanatçı. Heyecanı, esere kattığı yoruma yansımıyor. Heyecanı, kendisine.
Shine, "gerçek bir öykü" diye sunuluyor seyirciye. Acaba filmde "gösterildiği" gibi David, gerçekten babasının iyi niyetli ama hatalı ağır baskısı sonucu mu aklını yitirdi? David'i karanlığından çekip çıkartan karısı Gillian'a bakılırsa evet. David'in "korkunç" babası öleli çok olmuş. Annesi ve David'in üç kızkardeşi hayatta. Hepsi, koro halinde, "Hayır, gerçek hiç de filmdeki gibi değil" diyorlar.
David'in karısı Gillian, film Oscar adayları arasına girince hemen bir kitap yazdı. Kitap, kocasının çocukluk anıları ve izlenimlerine dayanıyor. Ve film senayosuyla aşağı yukarı aynı gibi... Ama David'in ailesinin anlattıkları tam aksi. Baba yumuşakmış. Oğlu ile ilişkisi iyiymiş. Oğlunu hep desteklemiş. Dövmemiş. Baskı yapmamış.
Ailenin anlattıklarında bir de ipucu var: Babanın kız kardeşi normal değilmiş. Ama, hastalığı hiç teşhis edilmemiş. Belki de David'in kaçıklığı, genetik? Bilinmiyor.
New York Times başta olmak üzere birçok etkili gazetede film, "gerçek yaşam öyküsü" olarak tanıtıldı. Sormak gerek: (1) Ne kadarı gerçek? (2) Kime göre gerçek?...