Yazarlar Sosyete mutsuz!

Sosyete mutsuz!

24.06.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sosyete mutsuz!

Sosyete mutsuz


       “Bir kısım sosyete kadını" acaba mutlu mu, yalnız mı, şefkat yoksunu mu, acı mı çekiyor yoksa ilgi mi bekliyor?
       Aşağıdaki “at gözlüklüler" yazısını yazmak şuradan aklıma geldi... Geçen haftaki “bizim sosyete" yazım çok yankılanıp telefonlar gelince, o telefonlardan birisi, “Belki de çok mutlulardır o Louis Vuitton çantaları ve Rolex saatleri olduğu için" deyince bir yazı daha yazmaya karar verdim ve birden düşündüm, gülmeye başladım, acaba bu dar görüşlü insanlar “zengin bir koca bulamamış, onun için o kadınları eleştiriyor" der mi diye... Neyse... Ne yapalım... Ne derlerse desinler... Gelelim konumuza...
       Yine, istisnalar kendilerini bilirler ve konunun dışında olduklarını anlarlar diyerek girelim konuya...

       Saygısız evlilik erdem mi?
       “O dünyaönın çiftleri genellikle mutlu değil... Erkekler iş hırsları içinde dünyayı unutmuş durumdalar. Ama bir iş yaptıkları, bir emek harcadıkları için mutlu ve kendilerinden eminler. Zaten para da bir erkeğe yeterince kendine güven duygusunu veriyor. Parasından dolayı kasım kasım kasılan ve her kadını kendine hayran bıraktığını sanan bu erkekler de pek sevimsiz ama yine de parayı kendileri kazandığı için haklı oldukları bir nokta var sayılabilir. İnsanlar çift halinde gezmeyi, evli ve bir yuva sahibi olmayı erdem sanıyorlar. Ama bu yuva dedikleri şey, binbir çeşit saygısızlık içinde, yalan dolan, aldatmalarla, hatta zaman zaman şiddetle sürüyor, hiç önemli değil. Yeter ki güzel ve şık bir çift olarak, kol kola toplum önüne çıkılsın...
       Bana göre bu erdem değil. Sevgisiz, saygısız, çeşitli çıkarlara bağlı olan, aldatmalarla süren bir evlilik, saygın ve erdemli değil.

       Şefkat yoksunları
       Kadınlar ise genellikle şefkat ve ilgi yoksunu. Aşka ihtiyaçları var. Alışveriş bu ihtiyacı elbette gideremiyor. Ama aşk ve ilgi ihtiyacı para harcayarak giderilmeye çalışılıyor. Yani kocalardan alınıp, hesapsızca harcanan para, bir ilgi yerine konuyor.
       Aşırı salak olmadıkları takdirde, hiçbir üretim yapmadan, başkasının kazandığını harcayarak yaşamanın hoş bir şey olmadığının bilincindeler... Daha doğrusu bu duygular bilinç altlarında saklı olarak yaşamaktalar. Hep bilmem kimin karısı ya da kızı olarak anılmak kimi mutlu edebilir?
       Hele o “bilmem kimöler paranın ve şöhretin verdiği saygınlık ve güçle o kadınlara yukarıdan bakıyorlar, küçümsüyorlarsa... O kadınlarla hiç ilgilenmiyor, el ele film seyretmiyor, sık sık kucaklamıyorlarsa. O kadınları sürekli aldatıyorlarsa...
       O kadınlar, mutlu olmadıkları için toplum içinde ilgi çekmek istiyorlar. Yapabilecekleri hiçbir şey olmadığı için de çekecekleri ilgi yalnızca görsellikle ilgili olabiliyor. En iyi, en pahalı giysiler, takılar ve iyi bir yüz ile vücut. O pahalı şeyler de birbirine benziyor, o yüzden özgün ve doğal olamıyorlar. Oysa bilinçli bir kadın, yüzlerce “üzeri harfli" çantanın içinde farklı bir çantaya sahip olarak övünmez mi kendisiyle, eğer giyimiyle övünecekse tabii.
       Gençlik ve güzellik ise yalnızca operasyonla olmuyor. Gençlik ve güzellik, bakışlarda gizlidir. Üreten, çalışan, kendi ayakları üzerinde duran, kendi yaşamını kendi kazanabilen, kendi kazandığı ile harcama yapabilen, kendi yaptığı işlerle ünlenen bir insan güzel, canlı, dinç bakabilir, doğal olabilir. Onlar gerçekten mutludur ve bu yüzden gençgüzel görünürler. Kendine ait olmayan şeylerle gururlanıp başkalarını aşağılayan insan ise mutsuzdur, saldırgandır. Çünkü övüneceği hiçbir şeyi olmadığını bilir. Aynı harcadıkları para gibi, o gerilmiş yüzler, şişirilmiş dudaklar, silikonlu memeler de kendilerinin değildir, onları asla gençleştirmemiş hatta güzelleştirmemiştir.

       Erkekler av değil...
       Onlar, ayağına bir bez ayakkabı, blucin geçirmiş, sıradan bir gömlek giymiş, çalışmış, üretmiş, sevdiği için evlenmiş, sevmediği için boşanmış, babasının, kocasının adıyla değil, kendi adıyla tanınmış bir kadının karşısında eziktirler... Onun için o kadınları sevmezler, çok çalıştığı için aşağılarlar, hatta otobüsten kovarlar.
       Evlilikte sevgi ve mutluluğu çok önemsediğim için, annelere söylediğim şey şudur... Erkekleri av olarak görmeyin, kızlarınızı paralı bir kocaya programlamayın, önce kendi ayakları üzerinde durmasını öğretin, mutsuzsa boşanmasını engellemeyin... Yazık olur sonra... Yazık.

At gözlüklü düz mantıklı

       BİrtakIm insanlar vardır, at gözlüklü, düz mantıklı, geniş bakmayı ve yorum yapmayı beceremeyen; ben onlarla çok karşılaşmışımdır yazı hayatım boyunca...
       Örneğin kadın döven erkekleri kıyasıya eleştirir, kadınların asla buna razı olmamalarını söylersiniz... Birileri çıkar der ki; “Duygu Asena herhalde çok dayak yemiş küçükken, onun için dayağa bu kadar karşı..."
       Kadın - erkek ilişkilerini, evliliği irdelersiniz, “sen hiç mutlu olamamışsın herhalde... Karşına iyi bir erkek çıkmamış" derler...
       Kadın ve erkek arasındaki seks problemlerinden söz eder, kadınlarda orgazm sorunları olduğunu anlatırsınız, aptalın teki çıkar, “orgazm olamayan kadınlar orgazm üzerine dizi yapıyor" diye yazar...
       Kadınerkek eşitliğine değinir, erkek egemenliğini eleştirirsiniz, “birtakım çirkin kadınlar erkek bulamadıkları için erkekleri eleştiriyor" derler...
       Aşk sürekli değildir dersiniz, “demek ki sen hiç sevmemişsin" diye yargılarlar.
       Espri yapar, herhangi bir konuda kendinizle dalga geçersiniz... “Vay seni cahil" derler...
       Bütün yazarlar bunları yaşar... Aslında yapılacak bir şey yoktur... Bu “düz mantıkölı kişiler de seni okumaktadır ve onların her birini yakalayıp, tek tek “Ben hiç dayak yemedim, pek çok iyi erkekle aşk yaşadım, orgazm problemim yok, çirkin ve erkek düşmanı değilim, konunun cahili değilim, sadece dalga geçiyordum" diye anlatamazsınız...
       Bazen derin bir of çekersiniz, bu tür insanların umutsuz vaka olduğunu düşünerek, sizinle tatlı tatlı tartışan öteki okurlarla geçirdiğiniz anların keyfine dalarsınız.

İKSV ve Sponsorlar

       Türkiye’de doyasıya alkışlanacak kurumlar var neyse ki. Mesela İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı... Ve bu vakfın yıllar yılı binbir zorluk ve özveriyle gerçekleştirdiği sanat festivalleri... Sinema ve Tiyatro Festivali bitti, şimdi müzik zamanı, caz da kapıda. 12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ni unutmak mümkün değil. Bir Medea izledim ki, sadece bu bile vakfa binlerce teşekkür etmeye değer.
       Ya Yunanistan’dan gelen Edafos Dans Tiyatrosu... AKM sahnesi su içinde... Bellini’nin aryalarından oluşan bir müzik ve bembeyaz vücutlarıyla, zaman zaman çırılçıplak kalıp sevişerek, nefes kesen bir gösteri. Atina’ya bile gidilebilir izlemek için.

       İstanbul’un gururu
       Sonra bizden bir oyun. CAN... Yani Can Yücel. Genco Erkal’ın 40. Dostlar’ın 30. yılı. Can’ı uyarlayan, yöneten ve oynayan Genco Erkal... Asla Can Yücel’i taklit etmiyor ama nasıl etkiliyor, Can’ı sevenleri nasıl ağlatıyor, kıkır kıkır gülerken o mükemmel metinlere, şiirlere... Su Yücel’in yarattığı o sevimli sahnede Genco ve Can ile birlikte olmak mükemmeldi.
       Bu festivallere destek verenlere bir kez daha kucak dolusu teşekkürler... Mükemmel bir Caz Festivali Günleri kapıda... Ona destek olanlara, yani Garanti Bankası, Arçelik, Turkcell, Matraş Deri, Fuji, Beymen, J&B, Nivea Body, Ofset Yapımevi’ne tüm cazseverler adına teşekkürler...
       Ancak şunu da kulağınıza fısıldamalıyım ki, İstanbul’un gururu Kültür ve Sanat Vakfı “cadıölarından Ömür Bozkurt hâlâ telefon başında... Bekliyor da bekliyor. Bu festivalleri elimizden ne geliyorsa yapıp, yaşatmak hepimizin borcu...

Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr